Küresel Dengelerde Yeni Eksen, ABD–İsrail İlişkileri, Çin’in Orta Doğu Stratejisi ve Türkiye’nin Gelecek Jeopolitik Konumu!
Küresel sistem, 21. yüzyılın ikinci çeyreğine girerken çok kutuplu bir yapıya doğru evrilmektedir. Çok Kutupluluk ve Tek Kutupluluk arasındaki çekişme, ABD’nin hegemonik gücündeki göreli zayıflama, Rusya’nın Ukrayna Rusya savaşı sonrası Çin ile işbirliği süreci sonrası ortaya çıkan yeni denge, Çin’in ekonomik ve stratejik hamleleriyle birlikte henüz askeri gücünü sahaya yansıtmaması, Orta Doğu’da yeni dengeler doğurmuştur.
Bu süreçte İsrail, ABD ile olan tarihsel ittifakını sürdürürken, alternatif ortaklıklar arayışına girmiştir. Çin ise bölgedeki nüfuzunu enerji, ticaret ve nadir toprak elementleri üzerinden artırmaktadır.
Rusya Suriye sonrası bölgeden uzak kalsa da bölge ile olan diplomatik ve siyasi bağlantılarını İran ile4 yapılan stratejik işbirliği anlaşması ile yeni bir boyuta taşımıştır.
Türkiye, bu gelişmeler ışığında stratejik bir köprü konumuna yükselmiş; Bölgesel güç konumunu Küresel güç konumuna gelmesini sağlayacak savunmadan dış politikaya kadar birçok alanda olmak üzere enerji, savunma ve maden alanlarında dengeleyici bir aktör olma potansiyelini güçlendirmiştir.
Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu sistemin merkezinde yer alan Amerika Birleşik Devletleri, son yıllarda Çin’in yükselişiyle birlikte ekonomik ve jeopolitik bir meydan okumayla karşı karşıyadır.
Bu durum, ABD’nin hem Avrupa’da hem de Orta Doğu’da güvenlik mimarisini yeniden tanımlama ihtiyacını doğurmuştur.
İsrail, bu yeni konjonktürde ABD’nin öncelikli müttefiki olarak kalmakla birlikte, özellikle Çin ve Rusya gibi ülkelerle ekonomik ilişkilerini çeşitlendirme çabasındadır.
Küresel güç merkezlerinin yeniden dağılımı, bölgesel aktörlerin dış politikalarını da doğrudan etkilemektedir.
ABD–İSRAİL İLİŞKİLERİNDE GERİLİM VE ARAYIŞ
ABD ile İsrail arasındaki ilişkiler tarihsel olarak askeri, istihbarat ve teknoloji ekseninde şekillenmiştir. Ancak son dönemde Washington yönetimi, soykırımcı Netanyahu hükümetinin iç politikaları ve Çin ile kurduğu ticari ilişkiler nedeniyle baskı uygulamaktadır.
2019 yılında ABD Başkanı Donald Trump’ın Netanyahu’yu Çin bağlantıları konusunda uyarması, bu gerilimin somut bir örneğidir. İsrail’in ABD’ye olan bağımlılığı devam etmekte, ancak teknoloji, enerji ve altyapı yatırımlarında Çin ile kurduğu bağlar Washington’da rahatsızlık yaratmaktadır.
Buna rağmen İsrail, küresel ekonomik sistemde çeşitlendirilmiş ilişkiler geliştirerek stratejik özerklik kazanmak istemektedir. Bu durum ABD iç siyasetinde ve dünya siyasetinde etkin rol alan siyonist anlayış ile birleştiğinde Avrupa’dan Çin’e yeni rol arayışlarını beraberinde getirmektedir. Gittikçe Filistin davasında yalnızlaşmaya başlayan İsrail’in ABD kamuoyunda destek oranlarının azalması başkan Trump Epstein dosyası üzerinden baskı altına alan İsrail’in ABD’de etkisinin azalmasına Trump’ın güçlenmesine yol açmaktadır.
ÇİN’İN ORTA DOĞU’DAKİ ETKİSİ
Çin, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında Orta Doğu ülkeleriyle ticari ve altyapısal bağlarını güçlendirmiştir. İran–Suudi Arabistan diplomatik normalleşmesinde Pekin’in arabulucu rolü, Çin’in bölgedeki etkinliğinin göstergesidir.
Çin’in temel stratejisi, enerji arz güvenliğini sağlamak ve nadir toprak elementleri üzerinden küresel üretim zincirini kontrol altında tutmaktır. Ayrıca Çin, İsrail’in teknoloji alanındaki yenilik kapasitesinden yararlanmakta ve aynı zamanda Körfez ülkeleriyle enerji anlaşmaları yaparak ekonomik varlığını pekiştirmektedir.
Çin İran ilişkileri bölgede ve dünya enerji jeopolitiğinde değişecek bir yaptırım karşısında Çin’in için üretim ve ekonomisi için büyük riskleri beraberinde taşımakta olup bu durum karşısında bölgede Çin’in askeri unsurları ile giderek artan işbirliği dönemin başladığı görülmektedir.
ORTA DOĞU ÜLKELERİNİN YENİ JEOPOLİTİK KONUMU
Orta Doğu ülkeleri, Çin,Rusya,Türkiye ve ABD arasındaki rekabetin merkezinde yeniden konumlanmaktadır. Suudi Arabistan ve İran arasındaki diplomatik normalleşme, Çin’in arabulucu rolüyle gerçekleşmiş ve bölgesel rekabetin diplomasiye evrilmesini sağlamıştır.
ABD’nin bölgede İsrail üzerinde yürüttüğü bütün politikalara karşı ABD koruması talep eden bölge ülkeleri son Katar saldırısı sonrası yeniden düşünmek zorunda kaldıkları görülmektedir.
ABD Körfez ülkeleri ilişkilerini derinden etkileyen bu süreç Suudi Arabistan Pakistan stratejik işbirliği anlaşması ile yeni boyuta taşınmıştır.
Körfez ülkeleri, özellikle BAE ve Katar, enerji diplomasisi ve yatırım politikalarıyla Batı ve Asya güçleri arasında denge kurmaktadır.
BAE, teknoloji ve savunma sanayiinde İsrail ve ABD ile iş birliği sürdürürken, aynı zamanda Çin’in dijital altyapı yatırımlarına da kapı aralamaktadır.
Katar ise Avrupa enerji güvenliğinde stratejik bir gaz tedarikçisi olarak öne çıkmıştır. Mısır, Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz güvenliği bağlamında Afrika ve Orta Doğu arasında denge politikası yürütmektedir.
Bu ülkelerin artan ekonomik çeşitliliği ve diplomatik esnekliği, Türkiye’nin bölgesel diplomasi stratejileriyle uyumlu yeni iş birliği alanları yaratmaktadır.
Bölge için yeni güvenlik doktrinlerinin ortaya çıktığı görülmekte olup bu yapılanma savunmadan ekonomiye ve siyasi politikalara kadar birçok alanda bölgenin yeniden yapılanması sonucunu ortaya çıkaracaktır.
İNGİLTERE’NİN KÜRESEL GÜÇ DENGESİNDEKİ ROLÜ
Brexit sonrası İngiltere, Avrupa Birliği’nden ayrılarak küresel ölçekte daha bağımsız bir dış politika ve savunma stratejisi izlemeye başlamıştır. Londra yönetimi, ABD ile “özel ilişki” statüsünü sürdürmekle birlikte, Asya-Pasifik ve Orta Doğu bölgelerinde etkinliğini artırma çabasındadır.
Başkan Trump’ın Büyük Britanya Krallığı toprağı olan Kanada’yı 51. Eyalet olarak istemesi ile İngiltere ABD arasında çekişme en üst perdeye taşınmış Kral Charles’ın koltuğu ile Kanada’yı ziyaret etmesi ile semboller üzerinden ABD başkanı Trump cevap verilmesi ve sonrasında Trump’ın İngiltere ziyareti ile farklı bir boyutta bu durum devam etmektedir.
İngiltere, enerji güvenliği politikalarını çeşitlendirmek amacıyla Körfez ülkeleriyle yeni anlaşmalar yapmış, özellikle Suudi Arabistan ve BAE’de savunma sanayi yatırımlarını genişletmiştir.
Ayrıca İngiltere, nadir toprak elementleri tedarik zincirinde Çin’e olan bağımlılığı azaltmak için Kanada, Avustralya ve Norveç gibi ülkelerle ortaklıklar geliştirmektedir. Türkiye ile ekonomik ve savunma iş birliği ise İngiltere’nin Avrasya ve Orta Doğu dengelerinde yeni bir stratejik alan kazanmasını sağlamaktadır.
NADİR TOPRAK ELEMENTLERİ VE KÜRESEL REKABET
ABD savunma sanayisi, radar sistemlerinden füze teknolojilerine kadar geniş bir yelpazede nadir toprak elementlerine bağımlıdır.
Çin, dünya rezervlerinin yaklaşık %60’ına sahip olup bu kaynakları stratejik bir baskı aracı olarak kullanmaktadır. Bu nedenle ABD, son beş yılda Avustralya, Kanada, Japonya ve Ukrayna gibi ülkelerle tedarik zinciri anlaşmaları yapmıştır.
İngiltere ve Avrupa Birliği de benzer şekilde alternatif NTE rafine merkezleri kurmaya başlamıştır. Bu rekabet, maden teknolojileri, enerji dönüşümü ve savunma üretimi gibi alanlarda yeni ekonomik bloklaşmaların oluşmasına yol açmaktadır.
TÜRKİYE’NİN STRATEJİK KONUMU
Türkiye, jeopolitik konumu itibariyle enerji, lojistik ve maden koridorlarının merkezinde yer almaktadır. Trakya ve Orta Anadolu’da tespit edilen nadir toprak elementlerinin işlenmesiyle Türkiye, Avrupa ve Asya arasında kritik bir maden tedarik merkezi haline gelebilir.
Ankara’nın dengeli dış politikası — NATO üyeliğini sürdürürken Çin, Rusya ve Türk Devletleri Teşkilatı ile ilişkilerini geliştirmesi — Türkiye’yi çok kutuplu sistemde dengeleyici bir aktör konumuna taşımaktadır.
Ayrıca Türkiye’nin savunma sanayiindeki bağımsızlaşma süreci, enerji arz güvenliği politikaları ve maden stratejileriyle birlikte küresel rekabet ortamında güçlü bir konum elde etmesi beklenmektedir.
SONUÇ
ABD–İsrail ilişkilerindeki kırılmalar, Çin’in Orta Doğu’da artan etkisi ve nadir toprak elementleri üzerindeki rekabet, yeni bir küresel güç mimarisinin habercisidir.
Orta Doğu ülkeleri kendi stratejik özerkliklerini güçlendirirken, İngiltere küresel arenada yeniden etkili bir aktör olma çabasındadır.
Türkiye’nin bu tablo içerisindeki rolü, yalnızca coğrafi değil, aynı zamanda ekonomik ve teknolojik kapasitesiyle de belirleyici olacaktır.
Küresel enerji ve maden savaşlarının yoğunlaştığı bir dönemde, Türkiye’nin yerli üretim kapasitesini artırması, savunma sanayisini çeşitlendirmesi ve dış politika esnekliğini koruması, sonrasında ülkenin stratejik değerini belirleyecektir.
Mehmet BOZKUŞ
Stratejist-Siyaset Bilimci