Aslında hepimiz, "yaşam" dediğimiz o büyük ve karışık kitabın ana karakteriyiz. Ailemiz, arkadaşlarımız, tanıdıklarımız…
"Yaşadıklarımı bir yazsam, kitap olur, film olur." Çevremizde sıkça duyduğumuz, bizimde içimizden geçirdiğimiz bir cümle. Hepimiz, hayat yolculuğunda başımızdan geçen olayların ilginç ve anlatılmaya değer olduğunu düşünürüz. Bu konuda son derece haklı olduğumuzu da düşünüyorum. Çünkü her insan, kendi dünyasında bu benzersiz hikâyenin başrol oyuncusudur.
Hayat denen bu yolculukta hepimizin karşısına mutluluklar, hüzünler, acılar, zaferler ve hayal kırıklıkları çıkar. Tüm bu duyguları ve düşünceleri, kendi dünyamızda yaşar bunları kendi bakış açımıza göre anlamlandırırız. Aslında hepimiz, "yaşam" dediğimiz o büyük ve karışık kitabın ana karakteriyiz. Ailemiz, arkadaşlarımız, tanıdıklarımız… Kısacası çevremizdeki herkes de bu hikâyedeki yardımcı karakterlerdir. Olay örgüsü ise, karşılaştığımız olayların, verdiğimiz kararların, yaptığımız her tercihin ve attığımız adımların üzerine inşa edilir.
Kimimizin hayatı gizemli ve heyecanlı bir romana, kimimizinki duygusal bir şiire; bir başkasınınki ise sıcak ve samimi bir öyküye benzer. Kitabımızın türü ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım, hepimizin kitabı, hayatımızın son sayfası kapandığında en son halini alır ve "okuyucu" ile, yani geride kalanlarla buluşur. Fakat ne yazık ki, okuyucu hiçbir zaman kitabımızı tam manasıyla anlayamaz. Çünkü satır aralarında saklı o duygu, o an, o düşünce; yalnızca bizim, yani yazarın aklında ve kalbinde tam manasıyla yer alır. Hangi gözyaşıyla yazıldı, hangi sevinç ile cümlelere döküldü, hangi umutla paragraf başı yapıldı... Bunları sadece biz biliriz.
İşte tam da bu yüzden, kitabımızı hayatın son gününe bırakmamalıyız diye düşünüyorum. Fırsat varken, kendi kalemimizle, kendi sesimizle yazmalıyız hikâyemizi. İnanıyorum ki herkesin, hangi yaşta olursa olsun, hangi işi yaparsa yapsın, yazmaya değer bir şeyleri vardır. Bu, bir roman, bir şiir, bir hikaye, bir tiyatro oyunu, kişisel bir deneyim yazısı veya bir günlük olabilir. Önemli olan, yaşadığımız tecrübeleri, taşıdığımız duyguları ve ürettiğimiz fikirleri cesaretle paylaşabilmektir.
Yakın zamanda bu cesareti gösteren iki kıymetli insanla tanıştım: Serdar Meşen. Kendisi bir spor salonu işletmecisi, her ne kadar bedeni sporu seçmişse de kalbi edebiyatı seçmiş. Tür olarak da şiir yazmayı tercih etmiş; daha doğrusu, kendini adamış desek daha doğru olur. Zira içindekileri onbeş yaşında kâğıda dökmeye başlamış ve bugüne kadar dört binden fazla şiir kaleme almış. Bu şiirlerin bir kısmı bestelenmiş, notalarla buluşmuş. Ve nihayet, ilk şiir kitabı "Şiirler Yaşanan Gerçeklerin Özüdür" yakın zamanda raflardaki yerini almış. Bunun, Besni adına çok kıymetli bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Umarım Serdar Bey'in cesareti ve tutkusu hepimize ilham olur…
Diğer bir örnek ise Besni Gençlik ve Spor İlçe Müdürlüğü’nde görev yapan Mesut Güleç. Mesut Bey, "Yaşarken Delirmek Lazım" adlı öykü kitabıyla kısa bir süre önce edebiyat dünyasına ilk adımını atmış. Yazma serüveni askerlik görevi sırasında başlamış. O günden bugüne, içindeki anlatma isteğini hep diri tutmuş. Hikâyeler, şiirler, çocuk kitapları derken farklı türlerde eserler vererek kelimelerin dünyasında bir yol çizmiş kendine. Aynı zamanda iyi bir okuyucu olması, onun yazmasını besleyen en önemli kaynaklardan biri olmuş. İlk kitabı, sadece bir başlangıç gibi gözüküyor; onun kaleminden daha nice eserler okuyacağımızı umuyorum. Bu azmi ve üretkenliğinin takdire şayan olduğunu düşünüyorum.
Ne işle meşgul olursak olalım. İster ev hanımı, ister memur, ister öğrenci isterse de bir çalışan olalım. Ne yaparsak yapalım, kaç yaşında olursak olalım, yapmamız gereken belkide ilk şey, bir kâğıdı ve kalemi elimize alıp o ilk cümleyi yazmaktır. O ilk adımı atmaktır. Çünkü her büyük hikâye, tek bir cümleyle başlar.
Haydi o zaman ilk cümlemizi yazmaya…