“Siz yazar mısınız?” diye sordu. Ben de “Evet, bir şeyler yazıyorum,” dedim, hâlâ bitmemiş kitap çalışmalarımı düşünerek.

Hayat aslında küçük dokunuşlardan ibarettir. Karmaşık gibi görünen yaşamımızda huzuru ve mutluluğu yakalamak sandığımızdan daha kolay olabilir. Bunun anahtarı ise farkındalık sahibi bir bakış açısına sahip olmaktan geçiyor. İşte tam da bu noktada, kültür ve sanat en güçlü rehberlerimizden biri olarak karşımıza çıkıyor. Yakın zamanda yaşadığım iki olay, bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi.

İlki, Besni Belediyesi Toplumsal Gelişim Merkezi (TOGEM) tarafından düzenlenen benim de içinde yer aldığım drama kursunda yaşandı. Kursun final gecesinde kursiyerler tarafından sergilenen oyunlar, halk tarafından büyük beğeni topladı. Ancak ben asıl anlatmak istediğim, bu gece değil, provalar sırasında tanık olduğum bir dönüşüm hikâyesi.

Aramızda, oldukça sessiz ve içine kapanık bir öğrenci arkadaşımız vardı. Gösteriden bir gün önce, sabahın erken saatlerinde attığı mesaj ise hepimizi derinden etkiledi. Mesajında şu satırlar yer alıyordu:

“Sabah sabah bir üzülme geldi... Duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum. Hepiniz iyi kalpli insanlarsınız... Bu ekibin dağılmasını hiç istemiyorum. Beni o sessiz halimden nasıl canlı birisine dönüştürdünüz anlamış değilim... Hepinize çok alıştım, size veda etmek istemiyorum. Lütfen bu tiyatrodan sonra grubu dağıtmayalım, en azından birbirimizin yanında olalım, etkinlikler yapalım. Ayrılmayı hiç istemiyorum... Sabahın köründe ağlayarak bunları yazıyorum...”

Belki de yaptığımız çalışmanın bu denli etkili olabileceğinin farkında değildik. Ama o genç arkadaşımızın hayatına sanat aracılığıyla dokunmuştuk. Belki de bu, onun için hayatında bir dönüm noktası oldu; hayata bakışı değişmiş, aldığı kararları şekillendirecek bir değişim yaşamıştı. Sanatın iyileştirici ve dönüştürücü gücünü ilk kez bu denli yakından görmüş oldum.

İkinci olay ise dün yaşadığım ve yüreğime dokunan bir başka andı. Bir arkadaşımı ziyaret etmek için çalıştığı okula gittim. Yemekhane de yemek yerken, yanıma üç ilkokul öğrencisi yaklaştı ve “Siz yazar mısınız?” diye sordu. Ben de “Evet, bir şeyler yazıyorum,” dedim, hâlâ bitmemiş kitap çalışmalarımı düşünerek. Üçü birden, “Bizi de yazar mısınız?” deyince, “Tabi, neden olmasın?” dedim. Romanımdaki bazı karakterlere onların isimlerini vereceğimi söylediğim anda gözlerindeki o ışıltıyı ve yüzlerindeki saf mutluluğu tarif etmem mümkün değil. Hemen koşup defterlerinden kopardıkları kâğıtlara isimlerini yazıp getirdiler. Ben okuldan ayrılana kadar birkaç öğrenci daha isimlerini yazıp getirdi. Elime tutuşturdukları o kâğıtlar, bizim için küçük ama onlar için büyük bir andı. Yetişkin biri tarafından muhatap alınmak, onlar için bir şeyler yapılıyor olması, minik pencerelerinden bakıldığında anlatılmaz bir mutluluktu. Belki de içlerinden biri yazar olmaya karar verecek veya en azından kitaplara karşı yepyeni bir farkındalık kazanacaklardı. Buradan Asel, Zeynep Asya, Elisa, Esila ve Kadir Han’a sevgilerimi yolluyorum. İnanıyorum ki ileride çok güzel işlere imza atacak, başarılı bireyler olacaksınız.

İşte “kelebek etkisi” denilen şey tam olarak bu olsa gerek. Bir insanın hayatına yapılan küçük bir dokunuş, ileride öngöremeyeceğimiz fırtınalar estirebiliyor.

Daha güzel bir dünya için belki de ihtiyacımız olan tek şey, eğitimle, kültürle, sporla ve sanatla hayat bulan bu küçük dokunuşlardır.