Susan E. Babbitt,
“Özgürlüğümüz kendimizi inanç oluşturma süreçlerinden uzaklaştırma ve inanmak ya da eylemek için bir sebebimiz olduğunu bildiğimizde, kendimize, böyle inanmalı mıyım ya da böyle eylemeli miyim sorusunu sorma kapasitemizde yatar” diyordu.
Peki, ne demek istiyor? Birincisi, bir eyleme geçmeden, herhangi bir konuda bir hüküm vermeden ya da bir şeye inanmadan önce, kendimizi bir an olsun bu sürecin dışına çıkarmamız gerektiğini söylüyor. Diğer bir ifadeyle, kendimizi, hiç olmazsa bir süreliğine, içinde bulunduğumuz hercümercin dışına çıkarıp, bir adım atmadan önce kendimize dışarıdan bakabilmemiz gerektiğini söylüyor.
İkincisi, yukarıdaki tanıma göre, bir şeye inanmak ya da bir eyleme geçmek için bir sebebimiz olması, tek başına, öyle inanmak ya da öyle eylemek için yeterli değil. Bir sebebimiz olsa ve bu sebebin farkında olsak, bu sebep bize öyle inanmak ya da eylemek için yeterli bile görünse, öyle eylemeden ya da inanmadan önce yine de kendimize sormalıyız: gerçekten böyle inanmalı mıyım ya da böyle eylemeli miyim?
Başka bir deyişle, önünü arkasını düşünmeden canımızın istediğini, aklımıza geleni yapmak ya da bir başkasının tesiriyle hareket etmek özgürlük değil. Böylesi bir özgürlük, olsa olsa, sığ, bencil ve hayvani bir özgürlük olabilir.
Dolayısıyla, her canının istediğini, her aklına eseni yapan değil, yapıp ettiklerini, inançlarını, davranışlarına rehber olan ilkeleri, kısacası hayatta attığı her adımı tartan, kendini, inanç ve eylemlerini sürekli ve acımasızca sorgulayan bireyler gerçek anlamda özgürdür. Bu, eylemlerimize, inançlarımıza kelepçe vurmak değil, özgürlüğümüzü derinleştirmek, onu insanileştirmektir.
Kısacası özgürlük bir kapasite sorunudur. İnandıklarımızı, davranışlarımızı, alışkanlıklarımızı, eylemlerimizi sorgulayabilme kapasitesi sorunu…
İstersek diğer kapasitelerimizi geliştirebildiğimiz gibi özgürlük kapasitemizi de geliştirebiliriz. Kabul etmemiz lazım ki bunu başarmak, yani hakiki anlamda özgürleşmek, özgürlüğümüzü derinleştirmek, insanileştirmek, özgürlüğü inandığımız her şeyin, attığımız her adımın zemini haline getirmek hiç de kolay değildir. Ciddi bir çaba gerektirir. Dedikoduya, grup psikolojisine, dezenformasyona, her türlü yönlendirmeye karşı durabilmeyi gerektirir. Her duyduğumuza, okuduğumuza, hatta kendi düşündüğümüz ve gördüğümüze hemen inanmamayı öğrenmeyi gerektirir. Kendimize duyduğumuz güven ve saygının, başka bir deyişle özgüven ve özsaygımızın güçlü olmasını gerektirir. Kendimize ait fikirler oluşturabilmemizi gerektirir. Dışsal engellere rağmen içsel özgürlüğümüzün farkında olmayı, onu taşıyabilmeyi, ona sahip çıkmayı gerektirir.
Peki, bununla, yani özgürlüğümüzle, özgürlüğümüzü derinleştirmek ve insanileştirmekle içimizdeki ahlak yasasını, Kant ya da başka bir bilge kadar etkin biçimde çalıştıramayışımızın ne ilgisi var? Bu soruya da haftaya yanıt bulmaya çalışalım…