Geçen hafta içimizdeki ahlak yasasına rağmen yanlış kararlar verebiliyor, yanlış eylemlerde bulunabiliyoruz demiştik. Ve “kuvvetle muhtemeldir ki Kant’ın içindeki ahlak yasası ile benim içimdeki ahlak yasası aynı biçimde çalış(a)mıyor” diye bitirmiştik.
Böyle olmasının türlü nedenleri olabilir. Ama binlerce yıllık insanlık tarihi de gösteriyor ki biz insanlar içimizdeki ahlak yasasının evrensel doğrularına uymayabiliyoruz. Ve içimizdeki ahlak yasasına uymamanın bedelini çoğu kez duyduğumuz pişmanlık ve vicdan azabı ile ödüyoruz.
Lakin biliyoruz ki yalnız içimizdeki ahlak yasası değil, insanlığın, binlerce yıllık tarihsel serüveni içinde, içlerindeki ahlak yasasına dayanarak, ondan ilham alarak geliştirdiği yazılı yasalar da ihlal edilebiliyor. Üstelik bu yasalara aykırı hareket eden insanlar yalnız pişmanlık duymak veya vicdan azabı çekmekle kalmıyor; bunların yanında somut cezai yaptırımlara da maruz kalabiliyor. Bütün bunlara rağmen insanoğlu, sonunda ağır cezai yaptırımlar, hatta ucunda ölüm olduğunu bile bile yasalara aykırı hareket edebiliyor.
Peki neden? Neden bazı insanlar, yüreklerinin sesini dinleyerek, doğruluğundan, haklılığından şüphe duymadıkları içlerindeki ahlak yasasının evrensel ölçütlerini kendileri için vazgeçilmez ilkeler olarak görüp yaşamlarını bu ilkeler zemini üzerinde yükseltirken, çoğumuz, en azından zaman zaman, bu yasaları es geçiyor, onlara aykırı hareket ediyoruz?
Kant’ın (ya da bir başka bilgenin) içindeki ahlak yasasına, benim gibi sıradan bir insandan daha bağlı olmasının içsel ve dışsal birçok nedeni olabilir. Çünkü Kant bir dehaydı. Çünkü genetik özelliklerimiz birbirinden farklıydı. Çünkü yetişme koşullarımız farklıydı. Çünkü yetiştiğimiz çevre farklıydı. Çünkü eğitim koşullarımız farklıydı. Çünkü bulunduğumuz çağ farklıydı. Çünkü içine doğduğumuz toplumun kültürü, gelenek ve görenekleri farklıydı; vesaire, vesaire…
İçimdeki ahlak yasasını niçin Kant kadar etkin çalıştıramadığıma dair bunlara benzer daha birçok sebep, mazeret, bahane bulabilirim…
Ama özgür değil miyim? Aklım başımdaysa, içimdeki ahlak yasasını dinlememe, ona uymama engel olan ne var? Bu soruyu sorarken dışsal engelleri, şimdilik, bir tarafa bırakıyorum. Yani kastettiğim, birinin bana zor kullanarak bir düşünceyi benimsetmeye ya da bir eylem yaptırmaya çalışması değil. Örneğin, birilerinin bana işkence ederek ya da sevdiğim birini kaçırıp, ona zarar vermekle tehdit ederek, bana, benim irademin dışında, içimdeki ahlak yasasının evrensel ölçütleri dışında, bir şey yaptırmaya zorlamasından söz etmiyorum. Kısacası, dışsal özgürlükten değil içsel özgürlükten söz ediyorum. İçsel olarak özgür değil miyim? İradem özgür değil mi?
Bu soruya çoğumuzun “evet özgürüm, iradem özgür” dediğini varsayarak tekrar soruyorum: Özgür olduğumuza, özgür bir iradeye sahip olduğumuza, özgürce seçim yapabildiğimize göre nasıl oluyor da benzer ahlaki problemlerle karşılaştığımızda, bazılarımız ahlaki, bazılarımız ahlak dışı davranabiliyoruz? Ya da bizzat kendimiz, benzer durumlarda bile, bazen ahlaki, bazen ahlak dışı davranabiliyoruz?
Bu soruların cevapları da elbette yukarıda, Kant’la kendimin durumunu karşılaştırırken sıraladığım sebep, mazeret ve bahanelerde bulunabilir. Ama cevap belki de bunlardan çok Susan E. Babbitt’in yaptığı özgürlük tanımında gizli olabilir:
“Özgürlüğümüz kendimizi inanç oluşturma süreçlerinden uzaklaştırma ve inanmak ya da eylemek için bir sebebimiz olduğunu bildiğimizde, kendimize, böyle inanmalı mıyım ya da böyle eylemeli miyim sorusunu sorma kapasitemizde yatar.”
Doğrusu, biraz farklı ve karmaşık bir özgürlük tanımlaması, değil mi?... Ama acaba üzerinde biraz dikkatle durup anlamaya çalışırsak, yukarıdaki sorulara cevap bulma konusunda bize bir kapı aralayamaz mı?
Haftaya aynı konuya devam etmek umuduyla…
*Susan E. Babbitt, “Moral Naturalism and the Normative Question,” Moral Epistemology Naturalized içinde, Richmond Campbell and Bruce Hunter (editörler), Canadian Journal of Philosophy Supplementary Volume XXVI, University of Calgary Press, 2000, s. 140’dan Türkçeye tercüme edildi.