“İki şey var ki, ruhumu hep yeni, hep artan bir hayranlık ve müthiş bir saygıyla dolduruyor: Üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası.” diyordu büyük Alman filozofu Immanuel Kant.
Yıldızlı gökyüzü, tamam... Çıplak gözle bile olsa, bulutsuz bir gecede kafamızı kaldırıp gökyüzüne bi bakmak yeterli evrenin sonsuzluğunu algılayabilmemiz ve hayranlık duymamız için. Peki, bu “içimdeki ahlak yasası” nasıl bir şeydir ki Kant onu da yıldızlarla aynı değerde görüyor; ona da yıldızlar kadar hayranlık ve saygı duyduğunu söylüyor…
Hiç birisine, hele de sevdiğiniz birisine, el kaldırmak istediğiniz oldu mu? El kaldırdınız mı? Kaldırmakla kalmayıp o eli karşınızdakinin suratına indirdiniz mi? İndirdiğinizde yüreğiniz de tarifsiz bir acı hissettiniz mi?
El kaldırmak istediğiniz halde elinize hâkim olabilmeyi başarmanızın, el kaldırdıysanız kaldırdığınız eli karşınızdakinin suratına indirememenizin ya da elinize hâkim olamayıp tokadı patlattıktan sonra yüreğinizin kanamasının en önemli sebebi içinizdeki ahlak yasasıdır.
Keyifli bir ortamda arkadaşlarınıza anlattığınız ve birlikte katıla katıla güldüğünüz müstehcen bir fıkrayı, acıların henüz sıcak olduğu bir taziye evinde anlatmazsınız, değil mi?
O fıkrayı orada anlatmamanızın nedeni içinizdeki ahlak yasasıdır. Boş bulundunuz, gaflete düştünüz ve anlattınız diyelim. Daha önce arkadaşlarınıza anlattığınızda kahkahalarla gülünen o fıkraya bu sefer hiç kimse gülmez, değil mi? O fıkraya bu kez gülünmemesinin nedeni gülmeyenlerin içindeki ahlak yasasıdır. Kimse gülmediği için yüzünüz kızarmaz mı? Yüzünüzün kızarmasına sebep olan da içinizdeki ahlak yasasıdır.
Size karşılık veremeyecek durumda olan birisine, mesela üç yaşında bir çocuğa veya seksen yaşında kötürüm bir insana ya da başka herhangi bir canlı varlığa acı çektirmek ister misiniz, zulmeder misiniz ya da başkasının zulmünü hoş görebilir misiniz?
Sizin başkasına zulmetmenize engel olan ya da zulme karşı çıkmanıza neden olan ya da başkasına yapılan zulümden ötürü acı ve isyan duymanıza neden olan içinizdeki ahlak yasasıdır.
İçimizdeki ahlak yasası sayesinde doğruyu yanlıştan ayırırız ya da ayırdığımıza inanırız. Onun yardımıyla bir iç muhakeme yaparız ve ondan sonra eyleme geçeriz. Düşüncelerimizi dile getirmeden, bir fıkra anlatmadan ya da içimizde duyduğumuz öfkeyi, isyanı bir biçimde dışa vurmadan, birini dövmeden, hatta maazallah, öldürmeden önce içimizdeki mahkeme hep iş başındadır, aslında…
İş başındadır iş başında olmasına ama… Yine de beşeriz şaşarız… En umulmadık kötülükler, zulümler, eşi benzeri görülmedik katliamlar insanın “eseridir.” İçimizdeki ahlak yasasına rağmen…
Bunun tersi de geçerli, elbette… En muhteşem, en şaşırtıcı, en sevgi dolu güzellikler de insanın eseridir. İç sesimizi dinlemeyi başarabildiğimiz, içimizdeki ahlak yasasını, içimizdeki mahkemeyi layıkıyla devreye sokabildiğimiz zaman…
 
Haftaya devam etmek umuduyla…