“Gökyüzünü, yeryüzünün sıcaklığını nasıl alıp satabilirsiniz ki?” diyordu Şef Seattle, ABD Başkanına yazdığı mektupta. Şöyle devam ediyor:
“Yeryüzünün herhangi bir parçası benim halkım için kutsaldır. Işıldayan her bir çam yaprağı, her kumsal, karanlık ormanlardaki buğu, vızıldayan her böcek, halkımın hatıralarında kutsaldır. Beyaz adamın bizi anlamadığını biliyoruz. Ona göre, bir toprak parçası ile yanındaki başka bir toprak parçası arasında fark yoktur. ... Zira toprak onun gözünde bir dost değil alt edilecek bir düşmandır.”
Şef Seattle’ın bu sözleri bana Vakas ammiyi hatırlattı. Nam-ı diğer Lastikçi Vakas’ı, ya da başta onun oğlu, arkadaşım Mehmet Saçak olmak üzere birçok insanın deyişiyle “Lasvegas”ı…
İlk gençlik yıllarımızda, onun, eskiden aşağı petrol diye bilinen akaryakıt istasyonunun karşısında bulunan dükkânına ara sıra arkadaşlarımızla uğrardık. Saygı duyulan bir insandı, ama şimdi nedendir bilmiyorum, ben ondan biraz korkardım. Ta ki bundan on, on beş yıl önce bir bayram günü bir taziye evinde onun ağaçlardan, çiçeklerden, börtü böcekten bahsedişini dinleyinceye kadar…
O muhtemelen beni hatırlamaz. Ama o zamandan beri benim ona duyduğum saygı ve sevgi iyice arttı, korkunun yerini hayranlık aldı. Vakas ammi ağaçlardan çiçeklerden bahsederken adeta kendi evladından bahsediyor gibiydi. Onlardan söz ederken, yüzünün sert çizgilerinin nasıl yumuşadığını, gözlerinin içinin nasıl ışıl ışıl sevgiyle dolduğunu bugün gibi hatırlıyorum. O zaman, onun gözünde de ağaçların, böceklerin ve toprağın, tıpkı Şef Seattle gibi, ama benim o zamana kadar fark edemediğim ve bilmediğim, özel bir değeri olduğunu kavramıştım. Benim gibi sıradan insanların aksine o, toprağın alt edilecek bir düşman değil vazgeçilemeyecek bir dost olduğunu çok iyi anlamıştı.
Umarım bir gün biz de, Kızılderililer ya da Vakas ammi gibi, doğanın kıymetini anlayacağız. Umarım bir gün biz de, hayvanların yalnız insanlar onların etinden sütünden yararlansın diye var olmadığını, toprağın keyfimizce alınıp satılan bir mal olmaktan çok daha öte bir değeri olduğunu, milyonlarca çeşit bitkinin, börtü böceğin, ormanların, soluduğumuz havanın, içine girip serinlediğimiz, içtiğimiz suların vazgeçilmezliğini idrak edeceğiz. Umarım bunun için geç kalmayız. Umarım toprağın, ağaçların suyun, doğanın değerini anlamak için Kızılderililerin beyazlar için söylemiş olduğu şu öngörüyü haklı çıkarmayacak basireti gösterebiliriz:
“Beyaz adam paranın yenilemeyecek bir nesne olduğunu, ancak son ağaç kuruduğunda, son balık yakalandığında ve son nehir zehirlendiğinde anlayacak.”
Böyle olmasını istemiyorsak, vakit geçirmeden Vakas ammiden ve Kızılderililerden öğreneceklerimiz olduğunu kabul etmemiz, onları örnek alıp bir şeyler yapmaya, bir şeyleri değiştirmeye başlamamız gerekmez mi?