Savaş mı istersiniz, barış mı? Ölüm mü size yakın olsun istersiniz, yaşam mı? Öldürmekten mi hoşlanırsınız, yoksa yaşatmak mı size daha uygun düşer? Sevgi mi sizi mutlu eder, kin ve nefret mi? Hastalıktan hoşlanır mısınız, yoksa elinizden gelse, hep sağlıklı olmayı mı tercih edersiniz? Gülmek mi güzel, ağlamak mı?
Ne saçma sorular bunlar, değil mi? Aklı başında ve vicdan sahibi bir insan, elinde olsa, barış yerine savaşı, yaşam yerine ölümü, sevgi yerine nefreti, uzun lafın kısası, iyi yerine kötüyü tercih eder mi?
Birkaç ay önce (04.09.2009) Radikal’de okuduğum bir haberde, Kıbrıslı bir Türk’le bir Rum’un 35 yıl önce çatıştıkları bölgede buluşup barış mesajları vermeleri konu edilmişti. Habere göre, 1974’te henüz 15 yaşında olan Fethi Akıncı, Yiannis Marathefthis’i çatışma sırasında başından ve göğsünden vurduktan sonra yanına gitmiş. Hareketsiz yattığını görünce öldüğünü düşünüp Yiannis’i bulunduğu yerde bırakmış. O zaman çocuk yaşta olan Akıncı, Yiannis’in yüzünü hiç unutamamış. Aradan 35 yıl geçtikten sonra, Rum yazar Panicos Neocleous’un “Unutulmayan: 1974” kitabını okumuş ve vurduğu askerin ölmediğini öğrenmiş. Hemen kitabın yazarıyla temasa geçmiş ve Yiannis’le tanışmak istediğini söylemiş. Yiannis teklifi kabul etmiş ve iki asker Güney Kıbrıs’ta buluşmuşlar.
Buluştuklarında “O zaman öyle davranmamız gerekmişti ama şimdi birbirimize kızgın değiliz” demişler. Buluşmayı sağlayan Rum yazar Neocleous da “Birbirini vuran iki insanın barışması bile bu kadar kolaysa, affedebilmek tüm insanlar için kolay olmalı” demiş.
Ama Fethi Akıncı’nın “Her 21 Temmuz’da kalbim sızlardı. Öldürdüğüm askerin ailesini, anne-babasını düşünürdüm. Artık rahat uyuyabileceğim!” diyerek duygularını içtenlikle açığa vurması bu haberin beni en çok etkileyen kısmı oldu.
Eğer buna talih denilebilecekse, herkes Fethi Akıncı kadar talihli olmayabilir. Savaşın yol açtığı acılara maruz kalan her insan, uzun yıllar sonra bile, kalp ağrısını dindirme şansı bulamayabilir; ruhunda, vicdanında meydana gelen ve yaşamı boyunca onu huzursuz ve mutsuz eden yaranın merhemine asla ulaşamayabilir.
Savaş’ın yarattığı acılar zaman içerisinde bir nebze dinebilir. Yaralar sarılabilir. Ama bu acılar ve yaralar kimi vicdanlara bir daha silinmemecesine kazınır. O nedenle savaş, yalnız yol açtığı ölümler, yıkımlar ve acılardan ötürü değil, ruhlarda, vicdanlarda, insanlığın, hatta dünyadaki yaşamın dokusunda yarattığı, çoğu zaman hiç silinemeyen ağır tahribatlardan ötürü de sorgulanması gereken bir olgudur.
İşte ben, bir gün kendim ya da sevdiklerim ya da tanımadığım başka insanlar, yıllarca ruhunu sağaltmak için çaresizce beklemek zorunda kalmasın diye barıştan yanayım. Gencecik insanlar ölmesin, sakat kalmasın diye barıştan yanayım. Analar, babalar, çocuklar ağlamasın diye barıştan yanayım. Hiç tanımadığım çocukların yüzleri acıyla, nefretle gölgelenmesin diye barıştan yanayım.
Deniliyor ki, kimi zaman barışı sağlamanın yolu savaştan geçer. Nobel “Barış” Ödülü töreninde, ABD başkanı Barack Obama da konuşmasını bu retoriğin üzerine oturtmuş. Obama bu retoriğe ilk başvuran değil. Gerçek barış yanlılarının sesi, savaştan beslenen kara vicdanlıların sesinden daha gür çık(a)madığı sürece buna benzer sözleri daha çok dinleriz.
Savaştan beslenen ama kendini barış yanlısı gibi göstermek isteyenlere kendi ülkemizde de rastlıyoruz. Bugünlerde sesleri daha çok çıkıyor. Gencecik insanlar, arkalarında gözü yaşlı yakınlar bırakarak yitip gittiğinde, timsah gözyaşları döküp, gizli gizli ellerini ovuşturuyorlar. Hâlbuki barışı sağlamanın yolunun savaştan geçtiği lafı apaçık bir yalandır. Gözü kendi çıkarından başkasını gör(e)meyen, kendi muhteris çıkarını başkasının canından, kanından önde tutanların uydurduğu bir yalan…
Doğrudur, bir savaş öyle ya da böyle son bulunca, geride kalanlar savaşın sona ermesinden ötürü bir rahatlama, hatta buruk bir mutluluk yaşarlar. Kimi zaman, savaştan yıllar sonra savaş öncesine göre daha müreffeh, huzurlu ve mutlu bir toplum da inşa edilebilir. Ama bunu başarmak için illa da savaşılması ve insanların hayatlarının baharında yitip gitmesi gerektiği apaçık bir yalandır. Bu yalan, ruhları, vicdanları kararmış olan küçük bir azınlığın ceplerini doldurmasına hizmet eder, belki. Ama bu yalan, ölen asker-sivil, binlerce, bazen milyonlarca insanı, nice masum çocuğu, yitip giden milyonlarca canlıyı geri getirmez; savaştan ötürü ömrünü eksik ve engelli sürdürmek zorunda kalan insanların acılarını gidermez. Bu ölümlerin, acıların, toplumun dokusunda yol açtığı ağır tahribat, asla tam olarak ortadan kalkmaz.
Ruhları, vicdanları kararmış, hırstan gözü dönmüş, körleşmiş küçük bir azınlığın ekmeğine yağ sürülmesin diye, insanlar ölmesin diye, geride gözü yaşlı, ruhları incinmiş analar, babalar, yetim çocuklar kalmasın diye, insanlığımızın dokusu daha fazla bozulmasın diye, yaşam ölüme galebe çalsın diye, ben barıştan yanayım… Ya siz?...