Şeriban ÖZÇAKMAK – Adıyaman Emek ve Demokrasi Platformu tarafından Ticaret ve Sanayi Odası Toplantı Salonu’nda “Barış Hakkı, Demokratik Yaşam” konulu bir panel düzenlendi. Barış sürecinin önemli isimlerinden Sırrı Süreyya Önder’in de anıldığı panele ilgi yoğun oldu.
Moderatörlüğünü Eğitim-Sen Adıyaman Şubesi Başkanı Zeynel Polat’ın yaptığı panelde, konuşmacı olarak katılan İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, Barış Vakfı Kurucusu Hakan Tahmaz, KESK Genel Sekreteri Sevgi Yılmaz ve Siyaset Bilimci ve İnsan Hakları Savunucusu Fatma Bostan Ünsal tarafından Türkiye’nin içinde bulunduğu süreç ve gelinen son durum değerlendirildi.
Saygı duruşunun ardından başlayan panele, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İl ve İlçe örgütleri, demokratik kitle örgütü temsilcileri ve çok sayıda vatandaş katıldı.
Panelde açılış konuşmasını yapan, Eğitim-Sen Adıyaman Şubesi Başkanı Zeynel Polat, Barışı konuşacağız. Ama buna geçmeden önce barışın elçisi olarak andığımız rahmetli Sırrı Süreyya Önder yoldaşımızı tekrar buradan rahmet, sevgi ve minnetle anıyoruz. Şunun sözünü de veriyorum Sırrı yoldaşa, hep söyledik bu topraklara bir gün barış mutlaka gelecek. Ama bu barış, geç olmadan bir an önce gelebilmesi için de hepimizin elini taşın altına koyması lazım diyorum” ifadelerine yer verdi.
“Yalan Üzerine Kurulmuş Cumhuriyet’ten Söz Ediyoruz”
İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin ise, Diyarbakır'da uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden yazar Musa Alter’in ölüm yıl dönümü olduğunu hatırlatarak, “Bugün Musa amcanın ölüm yıl dönümü. Daha doğrusu katledildiği gün. 33 yıl oldu. 33 yıl önce bugün 3 kurşunla devlet onun yaşamına son verdi. Hiç kimse ceza almadı. Katilleri hala özgürce aramızda dolaşıyor. Açılan göstermelik dava da zaman aşımından dolayı düştü. Aslında Musa amcanın doğumundan itibaren bütün hayatı bana göre Kürt meselesinin kendisi zaten. Zor bir coğrafyada yaşıyoruz. 100 yılın en büyük suçunun işlendiği, 1915 Soykırımı’nın işlendiği ve bu işlenen soykırımın konuşulmasının dahi yasaklandığı ve bu büyük suçu işleyen zihniyetin kurduğu bir Cumhuriyet’ten söz ediyoruz. Şimdi herkes bugün konuşuyor da mesele Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan değil. Bu Cumhuriyet kuruluşundan itibaren tek bir kimliği temel alan, Türk ve Sünni Müslüman kimliğini temel alan, bu coğrafyada çok zengin olan diğer tüm etnik, inanç kimlikleri, cinsiyet kimlikleri, tüm kimlikleri ya yok eden ya yok sayan ya da asimile eden bir resmi ideolojiye sahip. Ve yalan bir tarih öğretiliyor bu coğrafyada. Bize çocukluğumuzdan itibaren öğretilen her şey yalan. Bir yalan üzerine kurulmuş Cumhuriyet’ten söz ediyoruz. Bugün yaşadığımız her şey zaten bunun sonucu” ifadelerini kullandı.
“Birbirinden Farklı Düşünmeyen, Bir İktidar Ve Muhalefet Var”
“Kürt sorununa yönelik iktidar ve muhalefetin aynı kaynaktan beslendiğini eleştiren Keskin, “Maalesef ki, kırmızı çizgiler söz konusu olduğunda, Kürt meselesi, -ki bana göre esas olarak meselenin ismi Kürdistan meselesidir- Ermeni ve diğer Hristiyan halklara yönelik soykırım, antidemokratik laiklik,-laiklik çok önemli ama kurulan baskıcı antidemokratik laiklik- militarizm, Kıbrıs'taki askeri varlık, bütün bu konularda birbirinden hiç farklı düşünmeyen, bir iktidar ve muhalefet var. Hiç farklı değiller. Yaptıkları kavga sadece bir iktidar kavgası, demokrasi kavgası değil. Bir kere bunun altını çizmek gerekiyor. Çünkü, bu çok temel bir sorun” dedi.
“PKK, Yaşanan Hak İhlallerinin Bir Sonucu Olarak Ortaya Çıktı”
“1990'lı yıllardan itibaren yaşanan bütün hak ihlallerinin en büyük tanığıyız” diyen Keskin, “Bugün insan hakları savunucuları olarak şunu söyleyeyim, tabi ki Cumhuriyet’in kuruluşundan önce ve kuruluşundan itibaren çok yoğun hak ihlalleri işlendi. Yani, bugün PKK'yı neden olarak görenlere şunu söylemek gerekiyor: Şeyh Said’in, Seyit Rıza'nın katledilmesi ve ardından mezarlarının bile kaybedilmesi, Kürdistan'da yaşanan katliamlar, Dersim Soykırımı olduğunda PKK yoktu. Demek ki burada sorun temelden kaynaklanan devletin bakış açısı. Demek ki burada sorun temelden kaynaklanan devletin bakış açısı. Böyle tartışmak gerekiyor, PKK bir sonuç olarak çıktı ortaya. Ve PKK'nı n ortaya çıkmasıyla birlikte 90'lardan itibaren yaşanan bütün hak ihlallerinin en büyük tanığıyız. Ve belki tek tanığıyız. İnsan Hakları Derneği. Eğer bugün akademi ya da bu konuyla ilgilenenler 90'lar çalışması yapabiliyorlarsa, İnsan Hakları Derneği sayesindedir. Bunu da unutmamak gerek. Her olaya gittik, her olayı raporladık. Gözümüzün önünde insanlar katledildi. Vajinaları, göğüsleri kesilen kadınların otopsilerine girdik. Gözümüzün önünde askeri araçlarla sokaklarda sürüklenen insanlara tanıklık ettik. Bu iktidarda kim varsa bir filmde anlatsanız, gösterseniz inanmayacağınız kadar büyük hak ihlallerinin tanıklığını yaptık” şeklinde konuştu.
“Barış süreci, dış dinamiklerin sayesinde başladı”
“Her şeye rağmen barış istiyoruz” diyen Keskin, “Barışın konuşuluyor olması bile önemli. İnsan hakları savunucuları olarak bu süreci gerçekten çok önemli buluyoruz. Ama şunu iyi bilelim ki, bu süreç iç dinamiklerin zorladığı bir süreç değil, tamamen dış dinamiklerin zorladığı bir süreç. Dış dinamik derken de Suriye'deki, Rojava'daki Kürtlerin büyük varlığı, güçlü varlığı, İsrail ve Amerika'nın birlikteliği ve İsrail'in fütursuz gücü ve fütursuz saldırganlığı. Bütün bizim bu yaşadıklarımızın temel nedeni bu. Yoksa bu coğrafyada büyük kitleler barış istiyor diye olmuyor bu süreç. Bunun bir kere altını çizmek gerekiyor. Ve devlet bugün bu süreci başlattıysa, MHP lideri Devlet Bahçeli gibi ırkçı milliyetçiliğin en büyük temsilcisi olan siyasi partinin söz sahibi olan başkanı başlattıysa demek ki zor durumdalar. Bu net. Ve ben bu sürecin eski, önceki süreçlerden farklı olduğunu düşünüyorum. Yine söylüyorum, bunun nedeni de iç dinamikler değil, dış dinamikler zorladığı için” dedi.
“Devlet, Barış Sürecine Sahip Çıkmalı”
Barış süreci için kaybedilecek bir vaktin olmadığının altını çizen Keskin, “Evet, çok kolay olmayacak çünkü içeriden bir sahipleniş yok. Neden sahiplenilmiyor mesela? En büyük nedeni şu: ‘Kürtler’e siz AK Parti ile mi anlaşıyorsunuz’ diyorlar. Bu bir anlaşma meselesi değil. Bunun bir kere altını çizmek gerekiyor. Yani Kürtler’in CHP'nin ya da sosyalistlerin iktidarının gelmesini beklemek gibi bir lüksleri yok. Böyle bir şey olamaz zaten. Kimse o tarihte devletin ve iktidarın temsilcisi, doğal olarak bu görüşmeler onunla yapılır. Bunu çok net ve açık bir şekilde savunmak gerekiyor. Bu zorunlu bir süreç. Kürtler de ‘Bundan yararlanarak bir barış sonucu çıkarabilir miyiz diye’ bu süreci yerine getirmek istiyorlar. Bunun için de işte büyük bir tören yapıldı. İnsan Hakları Derneği’ne teslim edildi. O yakılan silahların envanteri, bugün bizim genel merkezimizde. Çünkü İHD'ye teslim edildi, bu envanterler” dedi.
Keskin, açıklamasının devamında şu ifadeleri kaydetti:
“Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa Mahkemesi Kararlarını Dahi Uygulamıyor”
Peki, bu süreçte devlet samimi mi? Bu devlet bence hiçbir zaman samimiyet olmaz zaten. Böyle bir yapıya sahip. Samimi davranmaya ve gerçekçi davranmaya zorlayacak olan iç dinamiği yaratmak gerekiyor. Şimdi samimi olmadığını nereden anlıyoruz? Sayın Erdoğan yaptığı konuşmada ‘Türk-Kürt ittifakı dedi, Beyaz Toroslar dönemi çok yanlıştı’ dedi. Peki o zaman şu soruyu soruyoruz. Beyaz Toros'un şoförü Mehmet Ağar neden hala senin yanında? Senin yanındaysa neden konuşmuyor? Neden bu kadar hak ihlalinin hala üstü örtülüyor? Neden hala gözaltındaki kayıpların akıbetleri açıklanmıyor? Bırakın onları, onlar daha sonraki işler. Neden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmıyor? Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, diğer HDP vekilleri, gezi mahpusları neden serbest bırakılmıyorlar? Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kendi en yüksek mahkemesinin kararlarını dahi uygulamıyor. Anayasa Mahkemesi kararlarını dahi uygulamıyor. Bakın, daha dün bir davaya girdik. Dava kent uzlaşısı, Fatih'te parti meclisine giren 67 yaşındaki bir mimar kadın olan Güzin Alparslan'ın avukatıydım ben. Hiçbir şey yok dosyada. Hiçbir şey. 10 tane tutuklu var ve bu insanları ikinci celsede yine tahliye etmediler. Şimdi siz içeriden bir dinamik bekliyorsanız, bir takım şeyler yapmak zorundasınız.
“Adli Tıp Raporu İle İnsanlar Cezaevinden Ölerek Çıkıyor”
Şu anda en önemli sorun hepimizin dile getirdiği gibi hasta mahpuslar sorunu. Cezaevlerinde bin 412 tane hasta mahpus var ve bunların 358 tanesi bildiğim kadarıyla ağır hasta mahpus, ölümcül hastalıkları olan mahpuslar. Ve maalesef hukuki bir zorunluluk olmamasına rağmen Türkiye Cumhuriyet Devleti yargısı gerek işkencenin belgelenmesinde gerekse de hasta mahpusların hastalıklarının belgelenmesinde sadece resmi bilirkişi olan Adli Tıp Raporu’nu delil kabul ediyor. Adli Tıp’ta, ‘cezaevinde kalabilir’ raporları veriliyor ve insanlar cezaevinden ölerek çıkıyor. Cezaevinde, kadar çok insan yaşamını yitirdi ki geçtiğimiz yıllarda. Bunu bile şu ana kadar yapmadılar. Bekliyoruz. Meclis, Ekim ayında açılacak. Bir komisyon var şu anda. Her şeye rağmen önemli buluyoruz bu komisyonu. Her çevreyi dinliyorlar, İHD'yi de dinlediler, Cumartesi barış annelerini dinlediler. Umarım iyi sonuçlar çıkar ve Ekim ayından itibaren umarım olumlu çalışmalar başlar, yasal düzenlemeler başlar. Çünkü Türk Devleti'nin yargısı tamamen çifte standartlı, ırkçı ve ayrımcı bir yargı. Bu devletin hukuk yapıcısı Mahmut Esat Bozkurt, unutmayalım. Eğer bu coğrafyada Türk değilsen tek görevin var, Türk’e hizmet etmek. Gerçekten de öyle bir yargı oluşturmuşlar. Ve infaz hukukunda da çok net ortaya çıkıyor. Bakın Covıd döneminde bile hırsızları, katilleri bıraktılar ama bir Tweet atan, düşünceleri nedeniyle yargılanan insanları cezaevinden çıkarmadılar.
“Hepimiz, Bu Devlete Benziyoruz”
Şimdi ben biraz da kendimize değinmek istiyorum. Ben de esas meselenin bize olduğunu düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Suriye’de illegal bir yapı kurdu. Türkiye’nin orada hastaneleri, hapishaneleri var, cihatçı örgütleri var. Emekçilerimize ödeyecekleri para yerine Suriye’ye askeri araç sağlandı ve bu araçlarla sokaklarda sürüklenen insanlara tanıklık ettik. Ama ben bugüne kadar tek bir sendika duymadım, ‘cihatçılara vereceğim parayı bize ver’ diye yüksek ses çıkaran. Tek tek ufak ufak olabilir ama böylesine bir coğrafyada, savaşın bu kadar ağırlığını hissettiğimiz bir coğrafyada, bir gün bile barış için genel grev yapamamış bir işçi sınıfı var. Bunları da gözden kaçırmayalım. Ya da kendi örgütlerimiz, kendi örgütümü de katarak söylüyorum. Erkek egemenlikten, militer anlayıştan, feodal anlayıştan ne kadar kurtulabiliyoruz? Hepimiz, bu devlete benziyoruz. Bu devlete benzediğimiz için zaten yüksek ses çıkaramıyoruz, doğru tavır alamıyoruz birçok olayda. O nedenle kendimizden başlatmamız gerektiğini düşünüyorum. Böylece bu süreci kendi tarafımıza evirtebiliriz ve gerçek anlamda bir barış sürecine dönüştürebiliriz. Ama bunun için yüksek sesli talepte bulunmak gerekiyor. Peki, bu yüksek sesli talep var mı? Maalesef eksik. Bunu görüyor musunuz? Evet, 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinliklerinde gördük ya da diğer etkinliklerde de yüksek sesle bir barış talebi olmuyor ne yazık ki bu coğrafyada. O nedenle de çok istediğimiz gibi ilerlemiyor. Ama tekrarlıyorum, bunu istersek yapabiliriz.
“Mardin’de Kürtler Katledildi, Dava Kaçırıldı”
Bugün buraya gelirken öğrendiğim bir gerçeklik benim kafamda daha da netleşti. Çünkü bu dava buraya kaçırıldı. O nedenle burada anlatıyorum. 29 Ekim 1995 günüydü. Mardin Dargeçit’te, 8 kişi gece yarısı evlere basılarak gözaltına alındılar. Bu alınanlardan 5 tanesi çocuktu. En küçüğü 9 yaşındaki Hazni'ydi. Hazni'yi ve diğerlerini Dargeçit Komutanlığı'nda askılara asmışlardı. O sırada Hazni'nin sınıf arkadaşı Komutan Mehmet Tire'nin oğlu babasından çikolata parası almak için oraya girdi. Ne kadar insani değil mi? Çocuk babasına, ‘Baba niye benim arkadaşımı astınız’ dedi. Utanıp Hazne'yi bıraktılar. 9 yaşındaki Hazne'yi. Hazne bugün yurt dışında yaşıyor. Hazne'yi bıraktılar ama diğer 7 kişi gözaltında kaybedildi. Onların gözaltında kaybedilmesinin ardından, Mehmet Tire komutanın yardımcısı bir uzman çavuş, Bilal Batır, MHP'li üstelik kendisi, gördüklerine dayanamayarak her yerde olayı anlatmaya başlayarak, ‘Komutan işkence ederek öldürdü, öldürdük biz bu insanları ve asit kuyularına attık’ diyor. Sonra da kemiklerini gömdüler. Her yerde konuşmaya başlayınca Bilal Batır'ı da aldılar. Bilal Batır da kaybedildi. Yıllarca aileler, biz insan hakları savunucusu avukatları olarak, ve ailenin avukatları olarak yıllarca uğraştık. Aileleri her zaman Dargeçit’te (Kerboran) o mezarların olduğu bir toplu mezarı gösteriyorlardı. ‘Burada gömülü diyorlardı bu kemikler, biz biliyoruz’ diyorlardı. Sonunda ben o gün görevliydim. Ve işte Dargeçit’te savcıya başvurdum. ‘Bakın defalardır biz talep ediyoruz bu şeyin açılmasını’ dedim. Hemen belediyeye haber verildi. İnşaat araçları gönderildi. Aileler bizim yanımızda. Ve o kuyu açılmaya başlandı. Birdenbire o 9 yaşındaki Hazni artık kocaman bir adam olmuştu. Bu anlattığım 2012 yılı, Hazni birden ‘abimin kazağı’ diye bağırdı ve kuyuya atladı. Aileler, tek tek kemikleri çıkarmaya başladı ve oradan bir dolu insan kemiği çıktı. Adli Tıp Kurumu’na gönderildi bu kemikler ve o kemiklerin gerçekten dar geçişte gözaltına alınıp kaybedilen insanların kemikleri olduğu Adli Tıp Raporu ile belgelendi. Bu dava açıldı. Dava oradan kaçırıldı. İzlenmesin, kamuoyu desteği olmasın diye Adıyaman'a gönderildi.
“Katillerin Avukatlığını, Adıyaman Belediye Başkanı Tutdere’nin Kardeşi Yapmış”
Peki, Komutan Mehmet Tire’ye ne oldu? İşte bu toplum bu suçu sorgulamadığı için, Mehmet Tire Demokrat Parti'den, bu coğrafyanın en devrimcilerinin, en solcularının, en liberallerinin tatil yaptığı Bodrum Gümüşlük'te belediye başkanı oldu 5 yıl boyunca. Yardımcısı Sivas Çetni'de CHP'den belediye başkanı oldu. Ve bugün öğrendiğim gerçek beni daha da etkiledi. Dargeçitte’ki bu işkenceci katillerin avukatlığını da Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere’nin kardeşi yapmış. Bence bu coğrafyada ‘neden bir şey olmuyor’un özeti bu.
“Özgür Özel’e Saygı Duyuyorum”
Bugün evet CHP’ye büyük saldırılar yapılıyor, kabul ediyorum bunu. Ve ben Özgür Özel’i CHP’den ayrı tutuyorum. Çünkü özgür özel devletten gelmiyor, Sivil Toplum’dan geliyor. Ama Özgür Özel’in partisi, onun gibi düşünmüyor. Yani bir an önce CHP, o komisyondan ayrılsın diye bakıyor. Ama Özgür Özel’e ben saygı duyuyorum. Partiyi nereye kadar götürür bilemiyorum ama gerçekten dik duruyor. Ama daha önce anlatmıştım, birbirlerine çok benzeyen iktidar ve muhalefet. Bizim temel sorunumuz bu.
“Her Şeye Rağmen Mücadeleye Devam Eden Bir Kürt Hareketi Var”
Kürt sorununu çözmek istemeyen bir devlet aklı var ve bu devlet aklı herkesi biçimlemiş. Kim iktidarda olursa olsun, sadece ‘kavgaları ben yöneteceğim’ kavgası var. Bu olduğu sürece bu coğrafyada çok büyük bir değişiklik maalesef olmuyor. Ancak işte böyle dış dinamiklerin zorlamasıyla böyle bir süreç başladı. Umutsuz değilim hiçbir zaman. Çünkü, evet çok kalabalık değiliz ama bu coğrafyada biatsız, geri adım atmayan, her şeye rağmen mücadeleye devam eden bir Kürt hareketi var, kadın hareketi var, bir kısım sosyalist hareketi var, bir kısım sendikal hareketi var ve LGBT hareketi var. Ben bunlara güveniyorum. Bizim görevimiz bu süreci kendi lehimize çevirmek. Umarım bunu başarırız.”
Kaynak : PHA