Yıllar önce, sınıfımda bir öğrencimin altını ıslattığını gördüm. Öğrencim ile göz göze geldik. Korku ve kaygı dolu gözlerle bana bakıyordu. Öğrencimi iyi tanıyordum; benden değil, olayı duyup kendisiyle dalga geçecek olan arkadaşlarından ve daha sonrasında yaşanacak olaylardan korkuyordu. Öğretmen masasının üzerinde bulunan su sişesini alıp sınıfta gezinmeye başladım. Aynı zamanda da ders anlatıyordum. Olaya kaza süsü vererek elimdeki şişedeki suyu öğrencimin üzerine döktüm. Öğrencimden özür diledim. Evleri yakın olduğu için gidip üzerini değişmesini söyledim. Hizmetliden de sırayı temizlemesini rica ettim. Öğrenci, üzerini değiştirip geldiğinde minnet dolu gözlerle bana bakıyordu.

Bir meslektaşımın anlattığı ve “öğretmen aslında kimdir ve eğitim nedir” sorularına net bir cevap veren bu yaşanmışlıktan yola çıkarak diyebiliriz ki; eğitim, sağladığı bireysel ya da toplumsal refahın ötesinde iyi ve erdemli insanların yetiştirilmesinde elimizdeki en önemli imkanlardan biri ve her çocuğa hak ettiği sosyal, duyusal ve akademik olanakların sağlanmasında en bereketli kaynak aynı zamanda; ama eğitim gibi boşluk kabul etmeyen, herkes için bir buluşma noktası olan ve sanılandan çok daha ciddi, çok boyutlu ele alınması gereken önemli bir süreçte niyetler sorunlu olmasa bile yöntemlerin gözden geçirilmesi gerekiyor; zira insan mühendisliği yaptığınız bu süreçte bazen gençlerin derinliği bizim sığ bakışlarımızda kayboluyor.

Zira hep andığımız gibi teknoloji hızla ilerliyor ve bu ilerleyiş ürkütücü boyutlarda artık. İnsanın kontrolünden çıkan; fıtratına, vicdanına yabancılaştıran bu süreçte eş zamanlı olarak eğitim kavramı da değişti, öğretmenlik gibi bir mesleğin muhtevası da. Eskiden öğretmen “herşeyi biliyorken” ve “bilginin kaynağı” iken bugün bilgi denen kavramlar zinciri artık her yerde ve bilgiye erişimde “altın” bir çağ yaşanıyor. Dünyada nam salmış üniversitelerle yüzbinlerce km öteden “uzaktan erişim” yoluyla ders alabiliyor, en iyi kütüphanelerin eserlerine birkaç tıkla ulaşabiliyor, arama motorları sayesinde bilgiye çok kolay erişim sağlayabiliyoruz. İşte bu yüzden doğru okunamayan dönemlerin nesilleri teğet geçmemize sebep olacağınının ve  ardımızda kayıp nesiller bırakacağımızın farkındalığıyla dönüşümü doğru okumak bugünkü eğitimcilerin en büyük sorumluluklarından biri.

Toplumsal dönüşümün “ezberlerimiz” üzerine bir meydan okuma haline geldiği ve teknoloji çağının çocukları olan gençlerimizin bu ezberlere karşı çok daha cesur bir tavır takınarak “gerçekliğimizi” sarstığı bu zaman diliminde “öğretmen” ne iş yapar diye soranlara çok denk geliyorum ama cevaplarım bu konuda net;

Günümüzün başdöndürücü değişiminde öğretmeni vazgeçilemez kılan “bilgi aktarıcısı” olması değildir. Bu aktarma işi tarihin tozlu raflarında yerini aldı çünkü. Çocuklarımızın bilgi ile ilgili ilişkilerini tayin edebilmesi, bilgiye erişim için çocuğu teşvik etmesi ve bu sayede çocuğun merakını cezbederek harekete geçirmesi öğretmenlik mesleğinin vazgeçilemez unsuru oldu artık. Çocuklarımızın zihinleri sahip oldukları teknolojik materyaller ile eskiden olduğu gibi “boş bir levha” değil artık ve öğreneceği şeyle hesaplaşma sürecine hazır halde geliyorlar okula. Anlatılanlar ile kendi bildikleri arasında kuracağı bağda öğretmenin rolü devreye giriyor ve bu rolde başarılı olan öğretmen çocuğu sorun yaratan değil çözüm üreten bir bireye dönüşmesinde ön ayak oluyor. Çağımızda “öğretmenlik” mesleğini böyle okuyamazsak dünya bilişim çağını, dijital çağı, yapay zekâ çağını konuşurken biz hâlâ okuma-yazma sorununu çözmekle uğraşırız. Zira bilişim dünyası, uzun yıllar akademik başarının ve sonrasında gelen mesleki ve sosyal başarının vazgeçilmezi olarak zekayı işaret edeli yıllar oldu.

Öncü Kuşak

Toplum olarak önümüzü açacak, dünyayı iyi tanıyan, çağrısı çağını kuracak, bize yol haritası çıkaracak, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeden yalnızca hakikatin izini sürecek ilim, irfan ve hikmet yolculuklarına çıkacak bir öncü kuşak yetiştirmek istiyorsak eğer; bize düşen, bu baş döndürücü süreç içinde hakikat kaleleri yıkılmadan evvel oraları mesken eyleyen kötülere kötü, yaptıkları yanlışlara yanlış, çirkinliklere çirkinlik diyebilmek; bunu yaparken de tamahkâr bir tüccar gibi fayda zarar hesabı ile değil; hakiki bir Müslüman hasbîliği içinde faydadan feragat ederek zararı göze alarak kötünün kötülüğünü, çirkinin çirkinliğini, yanlışın yanlışlığını ifade edebilmektir.

Beynim ilk cildini henüz bitirdiğim “Eğitim mi Öğütüm mü” kitabına odaklanmış halde bu ayrımsamaları yaparken Anadolumuzun en ücra yerlerinde de olsa kabahatli aramak yerine mevcut enerjimizi ve kaynaklarımızı gençler için nasıl kullanabiliriz düşüncesi içinde eğitimi bir problem alanı değil bir çözüm alanı olarak görüp gecesini gündüzüne katan insanlara denk gelmek yüreğimi ısıttı son iki haftadır.

Yer, Van İlimizin Erciş İlçesi. Çıkmış olduğumuz yurt turnemizde 21.İlimiz ve 196.İlçemiz. Nüfus yoğunluğu itibariyle 26 İlimizi sollayan, sahip olduğu coğrafi konum ile güney sahillerimizi aratmayan güzellikte; buram buram tarih kokan; çok sıcak, samimi, oldukça misafirperver bu ilçemizi günde üç kurum ve akşamları da bir öğrenci pansiyonu ziyaret etmek suretiyle 13 günde tamamlayabildik.

Evet, bir elin parmaklarını geçmeseler de yüreğini göğe yakın tutan, ışığa yönelen; oturduğu koltuğa üslubunu, şahsiyetini, rengini veren, yöneticiliği hükmetmek değil hizmet etmek olarak gören yöneticiler de var güzel ülkemde ama koltuktan üslup, şahsiyet, renk devşirenler de mevcut maalesef. Birinde koltuğu alıversen adamdan geriye hiçbir şey kalmıyor, diğerinde adamı alsan koltuk anlamsız kalıyor.

Ancak satırlarımda ısrarla andığım gibi ; ne olursak olalım, olduğumuz o şeyin arkasında durabilecek kadar birikimimiz, doğrularından taviz vermeyecek bir karakterimiz, bayağı ihtiraslar için yamulmayacak bir şahsiyetimiz olmalı. Zira kötüye kötü diyecek kadar cesaretimiz yok toplum olarak belki ama, hiç olmazsa yanlışa doğru demeyecek, doğru gördüğümüzü de dillendirecek kadar kendimize saygımız olmalı!

Mademki kişinin yahut eylemin iyi-kötü ve/ya doğru-yanlış olmasında tek mihenk hak ve hakikattir; öyleyse kişiler ve eylemler bize yahut sevdiklerimize sağladıkları fayda sebebiyle değil, hakikate nispetlerine göre iyi-kötü, doğru-yanlış diye tarif edilmelidir. Aksi halde bize faydası olduğu düşüncesiyle kötüyü ve yanlışı sahiplenip bize zararı olduğu vehmiyle iyiyi ve doğruyu ortadan kaldırmak durumunda kalırız.

Başaracağız

“Neden tefekkürümüze yön verecek, sanatıyla çığır açacak, şiiriyle kalbimizi sorgulatacak, eseriyle yarınlara mühür vuracak insanlar artık yetişmiyor?” diye sordum hep zihnimin duvarlarında, bazen de bunu ulu orta avazım çıktığı kadar dile getirdim.

Ancak Erciş İlçemizdeki gözlemlerim bu özlem duyduğumuz insan modelinin bu bölgeden hem de en kısa sürede çıkacağına dair umutlarımı yeşertti.

Neden Erciş” diye sorarsanız hafızamda yankılanan uzun bir cümle özetliyor sanırım bunu; gelişiyle cümle noksanlarımızı tamam eyleyecek; bize kim olduğumuzu hatırlatacak, bu yangın yerinde ne aradığımızı kalbimizi parçalarcasına ihtar edecek, kul olmanın, bilmenin, tanımanın kapısını sihirli bir el gibi aralayacak samimiyet var çünkü burada.

Delil arayanın çok eskiye, çok uzağa gitmesine gerek yok. Aklımızca bulunacak cevaplardan ziyade, kalbimizi suallerle kıvrandıracak bu samimiyete muhtacız zira. Anladıkça dertlenir miyiz bilmem ama dertlendikçe anlayacağımız kesin. Dertleneceğiz. Kalbimizi alev alev saran cezbe ve şevk ile: “Bugün bu mümbit coğrafya için ne yaptın” sualinin, “Bugün Allah için ne yaptın”dan farkı olmadığını idrak edecek ulvi sarhoşluğa ereceğiz.

Kimbilir, belki de bu yüzden “bu coğrafya alem-i İslâm için bir umuttur” derim hep. Bu umudun yeşerttiği gayretle olsa gerek kimin yüzünde ufak bir ızdırap, gönlünde sebepsiz bir hüzün, halinde asil bir dert sezdiysek yaklaştık yanına, umudumuzu paylaştık. Kalbi kırıkları, mahzunları, garipleri Allah sever dedik. Allah’ını seven bu coğrafyayı sevsin istedik.

Bu bilinçle yoğrulduğumuz zaman gönül çölümüze hicret edip sorduk:

Bu ülke yok olsun diye uğraşanlara alkış tutanlardan mıyız, bu ülke var olsun diye her şeyi göze alabilenlerden mi?

Güzelim ülkem tüm zerrelerimle iman ediyorum ki Erciş gibi yerlerimiz, ordaki irfan ordusu gibi adanmış ruhlarıyla yüreklerini taşın altına koyan iman erlerimiz oldukça herşeyi göze alarak vatanına sahip çıkanlarla var olmaya devam edecek.

Kabul ediyorum eğitimden kültüre, şehirden ahlâka, liyakatten mihenge, şahsiyetten üsluba kadar adı baktığımız yere göre değişen pek çok tekrar eden hatamız, ne yapsak düzeltemediğimiz yanlışımız var.

Ama saklı nüfusla beraber 300.000’i aşan bir nüfus yoğunluğuna sahip olan Erciş’te başta İlçe Kaymakamı ve aynı zamanda koca ilçenin belediye başkanlığını da yürüten Sn Nuri Mehmetbeyoğlu ve İlçe Milli Eğitim Müdürü Sn Erol Şimşek’in lokomotif görevini üstlendiği; varlığıyla tefekkürün, aksiyonun, çilenin hudutlarını zorlayan; aklın büyük sorularını kalbin mütevazı duruşu önünde diz çöktüren; kelimeler hizasında adam yetiştiren; düşünce dünyasına bizce bakışın asil ve ulvi yalnızlığını taşıyan; yokluğu emeklerine katık edinen; almaya değil vermeye geldiğinin farkında; zaferin asıl sahibiyle hemhal sefere memur olduğunun idrakinde bir irfan ordusu var.

Bir Trabzonlu meslektaşımın “bir öğrenci kurtulsun ben herşeyimi veririm” sözüyle gözlerimi yaşartan adanmışlık, İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Sn Erol Şimşek’in “bu çocuklar bizim ve hiçbirini kaybetmeye niyetimiz yok” sözünü destekleyen insanüstü çaba ve gayreti, İlçe Kaymakamımız Sn Nuri Mehmetbeyoğlu’nun “okulları ziyaret ettiğimde kurum müdürlerinin, sınıfları ziyaret ettiğimde öğretmenlerimizin masasında kitap olup olmadığını gözlemliyorum” sözünü onaylayan kitap sevdası “neden Erciş?” sorusuna cevap verir nitelikte.

Eksikler, aksaklıklar yok mu tabi ki var, olacaktır da. Ancak bunları ”en kısa sürede nasıl gideririm” adına ortada ciddi bir çaba, her bir ferdi “hazine” olarak gören bir bilinç, en önemlisi de adanmışlık ruhu üzerine bine edilen bir ekip çalışması mevcut.

Zira farkındalar…

Kaliteyi artıracak ve insan gücü planlaması yapacak olan da onlar, bilimi geliştirecek olan, onun doğru ellerde gelişmesini ve doğru kullanılmasını sağlayacak da onlar. Çocuklarımızın ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yol haritası çizecek olan da onlar, aldıkları eğitimi Ar-Ge ile destekleyip katma değeri yüksek ürüne dönüştürmesine önayak olacak da yine onlar.

Öyle ya, karanlığa karşı mücadele verecekseniz önce içinizdeki karanlıkları aydınlığa boğmalısınız.

Marifet iltifata tabidir” der ya hani arifler; başta Milli Eğitim Bakanlığımız olmak üzere İl Valiliğimize çağrım olsun “çocuklar, değerleri kulaklarıyla değil, gözleriyle, iyi örneklerle ve iyi rol modellerle kazanırlar” realitesinin farkında olan ve yaşları kaç olursa olsun ellerinden, yüreklerinden öptüğüm okul müdürleri ve öğretmenlik kavramının altını ziyadesiyle dolduran meslektaşlarımın taltifi mevcut enerjiye çok ciddi bir sinerji katacak ve inanıyorum ki mevcut potansiyel değil sadece bölgenin ülkenin yarınlarının da inşasına çok ciddi bir katkı sağlayacaktır. Zira unutmamalıyız ki bizi sevmeyenler çok kaliteli olduğu için kazanmıyorlar; biz bayağılıktan kurtulamadığımız için kaybediyoruz.

Başta güzide Kaymakamımız olmak üzere, gönül eri İlçe Milli Eğitim Müdürümüzün şahsında ilçedeki yürek ülkesini inşa etmek için hiç bitmeyen bir heyecan ve hep diri bir umutla mücadele eden okul müdürlerim ve meslektaşlarıma selam olsun.