1980 darbesi ülkemizde toplumun her kademesinin, özellikle de siyaset ve siyasetçilerin üzerinden silindir gibi geçti gitti. O gün bu gündür hem toplum, hem siyaset, hem de siyasetçiler yeni yeni kendilerine gelmeye başlıyor.

Yaşımız itibarı ile o günlerde çocuk olsak da, darbe döneminin sonuçlarını acı bir anı olarak belleklerimizde saklıyoruz.  Kimileri ailelerinde, kimileri komşularında, kimileri de bizzat yaşayarak gördükleri ve ödedikleri bu bedellerin etkisinden henüz tam anlamı ile kurtulmuş değiller. Ama kurtulma ümidini taşıyorlar.

Yaşayan ve duyan her insan evladının keşke bunlar hiç yaşanmamış olsaydı dediği o günler ümit ederim geride kalır ve kimse o günlerin karanlığına bir daha mahkum olmaz.

1980 darbe dönemine, başta da söylediğim gibi çocuk olmamız dolayısıyla aklımız tam olarak yetmiyor(hatırlamıyoruz). Ancak o günleri yaşayanların yaşadıklarını “Anılar” adı altında kaleme aldıkları kitaplardan ve çeşitli yazılı belgelerden öğrenme fırsatı bulduk.

Hoş kısa bir süreye kadar bunların yazılması, okunması ve anlatılması bile yasaktı. Ama bu gün geldiğimiz noktada o yasakçı zihniyet tam olarak değilse de büyük oranda ortadan kalktı.

Bunlar ülkemiz, insanımız, demokrasi ve özgürlükler açısından önemli gelişmeler. Fakat Olaylar anlatılıp yazılınca bu dönemleri birebir yaşamayanlar için bir çırpıda gelip geçse de, yaşayanlar için durum böyle değil elbet. Buradan bir ana fikir çıkaracak olursak en öz biçimi ile Acılar yaşayana zor, dinleyene hikaye gibi gelir. Diyebiliriz.

Bu süreçler insan haklarının, düşünce, fikir ve ifade özgürlüğünün ancak hayal edildiği,

İnsanların her türlü insanlık dışı muamelelere maruz kaldığı,

Sorgusuz sualsiz bir gece yarısı çoluğunun çocuğunun gözü önünde götürülüp geri gelmeyen insanların hikayeleri ile doludur.

Üç beş kişinin bir araya geldiğinde masumane sohbetlerin bile örgütlenme ve örgüt kurma ihtimalleri bahaneleri ile dağıtılmaları hatta gözaltına alınmalarının yaşandığı günler. Köylerin boşaltılarak yerinden yurdundan edilen insanlarının açlığa ve suça mahkum edildiği, daha neler neler…

Kazanımların kolay elde edilmediğini, en kolay işin yemek yemek olduğunu ve o yemeği yutmak için de çiğnemenin gerektiğini hepimiz biliriz. Uzun lafın kısası böyle bir süreçten geçmiş, böylesi acı tecrübeleri yaşamış bir toplumun bundan sonra tekrar benzeri acıları yaşaması akılla bağdaşmaz.

Bunca acıları yaşamış bir toplum olarak geldiğimiz bu günler elbette çok önemli. Bu saatten sonra kim ki bu topluma bu acıları tekrar yaşatmaya kalkar emin olun artık başaramayacaktır. Bunların sebeplerini kimle konuşsanız bu sonucun cehaletin ve eğitimsizliğin eseri olduğunu söyler.

Artık Türkiye insanı orta çağ karanlığından kurtulduğunu ve bunlarla nasıl mücadele etmesi gerektiğini biliyor. Örneklerini de görüyoruz. “Umut fukaranın ekmek kapısıdır” der atasözümüz. Aslında umut fukaranın ekmek kapısı değil, başarının öyküsüdür.

İşte sonucu.

Bu toplum yaşadığımız bu günleri umut etti mücadele etti bedel ödedi ve başardı. Yeterli mi elbette değil. Ama ümit vermeye devam ediyor. Ve ben bu sürecin gelişmesinde emeği geçen herkese ölmüşlerse Allah’tan rahmet, yaşıyorlarsa sağlık ve sıhhat diliyorum. Bunun sağcısı solcusu yok her kim ki insanın insanca yaşaması için elini taşın altına koymuş, yeri gelmiş bedel ödemiş, yeri gelmiş dik duruşu ile bedel ödemeyi göze almış, zalime karşı mazlumların yanında durmuş tüm yürekli insanlara teşekkür ediyorum.

Yaşadığımız bunca acılardan sonra insanları kutuplaştırmanın kimseye faydasının olmadığı görülmüştür.

Her problemin temel insan hakları, düşünce ve fikir özgürlüklerinin geliştirilmesi ve insanların inandıkları gibi yaşamalarının kimseye zararının olmadığı ve bu temelde sorunların çözülebilirliği ispatlanmıştır.

Gerisi insanların kafalarını bulandırarak, geçmişte olduğu gibi, insanları sağcı-solcu, laik-anti laik, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, ilerici-gerici, komünist-faşist…gibi ötekileştirici sıfatlarla birbirinden ayırtarak böl parçala yönet sahtekarlığından başka bir şey değildir.

Bunları en çok yapanlarda maalesef bizim seçtiğimiz bizi temsil etmeleri için vekalet verdiğimiz siyasetçilerimiz oldular. Bu toplum böylesine acı bir travma yaşadı. Ağır bedeller ödedi.

Sonrasında “Devletin malı deniz yemeyen keriz”, “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” gibi sözde atasözleri geliştirilerek siyasette yandaşlık adı altında kendinden görmediklerini ötekileştirerek, ya benimle olur doyarsın, ya da aç kalır muhtaç olursun siyaseti yapılmaya başlandı.

Bu durumun aşıldığını söyleyemesek de bu yapılanmaya karşı da bir direnç oluşmaya başladı.

Artık “Şimdiye kadar böyle gelmiş böyle gider” mantığı çürümüş, eğitim, bilim ve ihtiyaçların gelişmesi ile bu mantık evirilmeye ve değişmeye başlamıştır. Bunun sonuçlarını tüm Türkiye’de gözlemlediğimiz gibi ilçemizde de görmeye başlıyoruz.

Mesela önümüzde üç seçim var. İlki yerel yönetimler ve mahalli idareler seçimi.

Örneği ilçemiz üzerinden verince anlaşılması daha kolay olur düşüncesi ile Besni’de siyasetin eskisi ile yenisini gelin birlikte değerlendirelim.

Besni’deki 1980 sonrası ve günümüz siyasetinde seçmen ve aday davranışlarına baktığımızda gözle görülür pozitif gelişmeleri görmek mümkün.

Örneğin önceki seçimlerde adayların projelerine bilgi ve birikimlerine, öngörülerine ve vizyonlarına bakmadan memlekete değil, bana nasıl yararı dokunur mantığı ile tercihler yapılırdı.

Bu tercihler Besni’ye çok şey kaybettirdi. Mesela Türkiye dokuma ve tekstil sanayisinin mihenk taşlarını oluşturan Besnili sanayicilerimizin yatırımlarının ilçemize değil de başka illere gitmesine sebep olmuştur.

Bilindiği üzere 1980 li yıllarda ilçemizde yaklaşık 400 adet dokuma atölyeleri (dezgahları) vardı. Bu atölyelerin fiziki altyapılarının oluşturulamaması bir bir kapanmalarına sebep olmuştur.

Bu 400 atölyenin 24 saat çalıştığını hepimiz biliyoruz. Her bir atölyenin 3 vardiya üç kişiden istihdam sağladığını düşünürsek, bir atölyeden doğrudan 9 kişi istihdam edilir. Basit bir çarpma işlemi ile bu atölyelerde 3600 kişinin istihdam edildiğini görürüz. Bu atölyeler hiç geliştirilmeden o günkü şartlarda bile bu kadar istihdam sağlıyorsa eğer çıkar siyaseti değil de memleket siyaseti yapılsaydı Besni’nin gelişmişliğini ben söylemeyim siz hayal edin.

Oysa şimdi dövünüyoruz. Siyasetçilerimiz, Besni’nin ne ekonomik ne sosyal ne de kültürel alanda hak ettiği yerde olmadığı üzerinden siyaset yapıyor. Aday adayları birbirleri ile kıyasıya yarışıyorlar ama birbirlerine çamur atarak, hakaret ederek değil hazırladıkları projelerle Besni’yi marka şehir yapmaktan, belirledikleri problemleri çözmekten ve Besni’nin ihtiyaçlarını belirleyip bunları nasıl gidereceklerinden bahsederek halkın karşısına çıkıyorlar.

Bu durumu memnuniyetle karşılıyor, merakla hangi projelerin ilçemize kazandırılacağını takip ediyorum.

Şu bir gerçek ki bir sorunun çözülebilmesi için önce sorunun tespit edilmesi sonra çözülebilirliliği, projelendirilmesi ve eyleme geçirerek sonuçlandırılması gerekir.

Bundan sonraki süreçlerde gelişmesi gereken bu anlayışın hakim olması ve Besnimizin hak ettiği yere gelmesi dileği ile…