Evet, saygıdeğer okurlarım. Anadolu Yarımadası İslam tarihi hakimlerin ve ariflerin elleri ile işlenmiş bir İslam'dır. Tasavvufa gelince de işte bu İslam'ın bizzat özelleştirilmiş adıdır. Gerek Selçuklulular ve gerekse Beylikler veya Osmanlılar hepsi de bu yolun takipçisi olmuştur.

Tasavvufun bir çok tarifi yapılmıştır. Bunların bir kısmı şunlardır: Kötü huyları terk edip daima güzel huylar edinmektir. Hakk ile birlikte ve onun huzurunda olma halidir. Tasavvuf, baştan başa edeptir. Daima nefisten fani hakk ile baki olmaktır. Hem de hakkın seni sende öldürmesi ve kendisi ile diriltmesidir. Daima temiz bir kalp ve temiz bir gönül sahibi olmaktır. Herkesin yükünü çekmek hiç bir kimseye yük olmamaktır. Hiç bir kimseden incinmemek ve hiç kimseyi de incitmemektir. Ayrıca tasavvufu her sufi içinde bulunduğu hale göre tanımlaşmıştır. Tasavvufu kısaca şöyle tanımlamak ta mümkündür. Mesela, kişiye Allah'ı görürmüşçesine ibadet etme hazzına erişmesinin yollarını gösteren ilimdir. Ayrıca tasaffuvu bir hayat tarzı olarak benimseyen kimselere de sufi veya mutasavvuf denir.

Evet, Şeyh-i Ekber Muhittin İbn Arabi gibi batıdan Endülüs'ten gelen bir bilge ile Mevlana-i Celalettin Rumi gibi doğudan Belh'ten gelen bir bilgenin irfanlarının işte bu zeminde buluşması Davud-i Kayseri Molla Fenari ve İbn Kemal gibi pek çok alimin doğmasını sağladı.

Evet, Osmanlı Münevveri (Biz 2 anneden süt emdik) derken, bu iki arifi, yani İbn-i Arabi ve Mevlana-i Celalettin'i kastetmekte idi.

Evet, işte bu irfan seviyesi ilme edebiyata, sanata ve siyasete de yansıyınca, ortaya bir medeniyet vizyonu kondu. Bir çok kavim yüzyıllarca tasavvuftan aldıkları (birlikte çokluk) anlayışı ile işte böylece bir arada yaşadı. Esasında burada farklı kavimler farklı halklar çokluğu oluştururken, (Allah'ın kelimesini en yükseğe taşımak) ise birliğin gayesine teşkil etmiş oldu. Evet, (bizim İslam'ımız Anadolu ise irfanımızdır) şiarını haykırarak bütün İslam dünyasına ve bütün dünyaya barış, huzur, medeniyet, ilim ve irfan getirmenin yollarını göstermiştir.

Evet, nerede olursak olalım, daima Allah-u Teala'nın bizimle beraber olduğunu bilerek Allah Zülcelal Hazretlerinin kendisine kendinden daha yakın olduğunu hissetmesi Allah-u Teala'nın bir insanın kalbinden geçeni bildiğini hissetmesi, ayrıca Allah'ın hayatiyet makamıdır. Çünkü ebedi hayatın Allah'a ait olduğunu hissedilmesi ayrıca Allah Zülcelal Hazretlerinin kalpten geçeni de bildiğinin hissedilmesi Allah-u Teala mülkiyet makamıdır. Kişi zatının ve bütün her şeyi sahibinin Allah olduğunu da bilmelidir.

Evet, tövbe; Allah ile insan arasındaki hicapların kalkmasına vesile olan ilk makam da budur. Tövbe irade ile ilgilidir. Bir şeye niyetlenmek diğerlerinden vazgeçmektir. İnsanoğlu bir tercih yapar. Ancak yapmış olduğu tercihe göre diğer alternatiflerden tamamen vazgeçer. İşte bunu adı da tövbedir. Tövbe tasavvufu hayatın kapısıdır. Evet, tövbede ruh yolculuğunda ruhun yücelmesine mani olan ağırlıkta tamamen atılır.

Evet, İbn Arabi Hazretleri şöyle der; "Varlık alemi bir okuldur, mektebdir. Bu mektepte öğrencilere ders verenler Resullerdir, velilerdir." İşte bu muallimlere öğrenci olanlar (ben günahkarım) demesini de bilmelidir. Evet, biz günahkar kullara da öğretilecek çok ders vardır. Cüneyd-i Bağdad-i Murakabeyi (murakabenin lukadi manası denetlemek, özetlemek, korumak anlamına gelirse de, murakabe tasavvufta kulun nefsine kontrol altında bulundurması Allah ile beraber olma bilincinde olması, Allah'tan feyiz beklemesi demektir) fare deliğinin önünde bekleyen bir kediden öğrendiğini söyler. Yani, murakabenin sabır ve ceht gerektirdiğine işaret etmiş olur. Evet, bir insan ısrarla gözünü bir şeye dikerse, onu elde eder. Maneviyatta da öyledir. Sabır, sebaat ve cehd gibi çok güzel vasıflar gerektirir.

Ne yazıktır ki, insanlar çok fazlaca çevrenin tesirindedir. Televizyon, medya ve insanlar kişiyi belirlemiş oluyor. Oysa kişinin önem ve ehemmiyet verdiği konular vardır. Onlara çok dikkat etmesi gerekir. Saygılarımla.