Evet, saygıdeğer okurlarım. Milletvekilliği çok çok şerefli ve aynı zamanda da ölçülü sorumluluk getiren, müstesna bir vazifedir. Çok nadide yapılması gereken bir görevi üstlenmektir. Her konuşmanda ve hareketlerinde daima aklın gösterdiği yolda ölçülü hareket etmektir.

Öyledir ki, bu görev demokratik rejimde halkın hür irade sahibi olarak kullanacağı reylerle seçim kanununa göre hak kazanana verilir.

Seçmen iradesinin hür ifade edilebilirliği ölçüde seçim saygıya layıktır. Şu da bir gerçektir ki, ancak hür seçim şartlarında demokrasiden bahsedilebilir. Demokrasinin seçime dayanması şartı ile bir fazilet rejimi olduğu söylenebilir. Seçenler ve seçilenler de tam bir fazilet ortamında buluşmalıdırlar.

Şurası açık bilinmelidir ki, milletvekilliğine aday olan şahıs fikri tercihlerinin hizmet vaatlerinin ötesinde seçmene şu gerçekleri ifade etmelidir; “Bilirsiniz ki, ben kendimi gayet güzel idare ediyorum. Kıymetli reylerinize talibim. Eğer takdir buyurup beni seçerseniz, hakka ve hukuka riayet edip, sizleri de idare ederim.

 Tabi bu teklifin söylenmesi çok kolay. Ancak sorumluluk duygusu içinde ifası çok zor bir göreve talip olmaktır. Çünkü seçimden sonra mebus olan bir kimse yalnız kendi seçim çevresinin değil, bütün memleketin temsilcisi milletvekili olur. Tabi bu da ülke çapında vazifeyi deruhte etmek demektir.

Evet, milletvekilini seçerken bulunduğu mevkiye değil, gönül verdiği, göz koyduğu, talip olduğu mevki ile ölçerler. Öyle değimlidir, milletvekili seçilen icabında bakan da olabilir.

İşte demokrasinin rayına oturmuş sağlıklı olarak yürüdüğü ülkelerde siyasi kadrolar zaman içerisinde bilgi, görgü, tecrübe birikimini birbirine devredeler. Yani yenilerler. Ancak rejimin rayına oturmayan ve arızalı olduğu ülkelerde yetişmiş kadrolar biçilebilir. Tabi bunların yerine tesadüfi kimseler parlamento çatısı altına gelebilirler ve böylece bütün millet tesadüfi kimseler elinde yönetilmenin çilesini yaşar. İşte bunların da yükselttiği toz bulutları aralarındaki hakiki değere sahip olan kimseleri de çok büyük sıkıntıya sokar. Böylelikle ehliyetliler ve yetenekliler ansızın yükselivermiş kimselerin hasedini çeker. Her kabiliyetin karşısında meydana gelen kabiliyetsizler ittifakının taze tuttuğu yalan ve iftira kampanyası ile uğraşmak zorunda kalırlar. Böylelikle büyük zaman kaybına maruz kalarak zaman kaybederler.

Burada esasında kaybeden ülkedir ve ülkenin büyük menfaatleridir. Şunu da açıkça ifade edeyim ki, bu ansızın yükseliveren kişilerin etrafını saran menfaatini bilen dalkavuklar, onları çok büyük üstün Ünsanlar olduklarına inandırırlar. Böylece bir beğenme çevresi kurarlar. Ne hazindir ki, bunların taş kafaları yanlışlığın fare deliğinden bile geçeceğini, ama doğruluğun kapılardan sığmayacağını bile idrak etmezler.

Esasında politika mevcut mesleklerin en şereflisidir. Ancak bu şeref kolay taşınmaz. Politikatını iniş ve yokuşlarından hiçbir zaman şikayet etmez. Çünkü bu dava sabır ister.

Alkışlardan şımarmayacak, doğru ve isabetli güzel fiillerinden dolayı yuhalanmasından korkmayacak cesaret ister.

Meclis kürsüsü eskilerin deyişiyle bir mehabet (heybet, ihtişam) abidesidir ve bir parlamenter bu kürsüye asla hazırlıksız çıkmamalıdır. Hem de çok dikkatli olmalıdır. Çünkü meclis kürsüsü, mebusu yani milletvekilini bir tek konuşma ile bitirebilir. Yine eskilerin tabiriyle vezir de olur, rezil de olur.

Evet, demokrasinin güzelliği ve özelliği, ister profesör ol veya istersen hamallıktan gel veya ister profesör oğlu ol veya hamalın oğlu ol. Madem ki halkın reyiyle kazanmışsınızdır, seçildikten sonra hepsi de bu milletin vekilleridir.

Artık ne profesör oğlunun övünmeye hakkı var, ne de hamalın oğlunun babasından dolayı yerilmeye hakkı vardır. Çünkü her ikisi de bu memlekete hizmet etmiş, şerefli namuslu kimselerdir. Ben çok iyi bilirim ki o hamallık yapan şerefli, namuslu kimseler kaderin verdiği o çileyi, çile değil büyük bir vazife şuuru içinde ömürlerini bu millete vakf etmiş abideleşen güzide kimselerdir.

Yazıma son verirken kazanan milletvekillerinin en büyük dostu meclis tutanakları olmalıdır. Geçmişin politikada kalıcı olmuş ve isimlerinin abide şahsiyetlerini haysiyetli satırlarla nasıl kurduklarını orada görmek mümkündür. Şunu da açıkça ifade edeyim ki abideleri yıkmaya çalışarak şahsiyet olmaya çalışanların en kaz altında yok oluşunun örnekleri ise siyasi tarihimizde yeterince olduğu malumdur. Saygılarımla.