Vakti zamanında, bir tekkede yalnızca bir şeyh ve Ahmet isminde bir müridi varmış aynı zamanda yalnız başlarına yaşantılarını rablerine ibadet ederek geçirirken derviş Ahmet şeyhine şöyle der:

Ey şeyhim bir keramet gösterseniz de tekkemizde dervişler çoğalsa deyince, şeyh efendi gülerek şöyle cevap verir;

Bre derviş oğlum Ahmet, ne yapacaksın kalabalığı? Ben şeyh olarak sende derviş olarak güzel güzel ibadetimizi yaparak geçinip gitmekteyiz. Şu fani dünyada ne yapacaksın kalabalığı? Şu fani olan geçici dünyamızda güzel bir yaşantımız vardır dediyse de derviş Ahmet Efendi teklifinde ısrar ve ricasında şeyhini devamlı rahatsız eder.

Günün birinde şeyh efendi çarşıda gezerken bakar ki, çocuklar ellerinde bir kargayla oynuyorlar. Hemen koşar çocukların eklinden kargayı alır ve karganın kafasını koparıp atar. Tabi çocuklar kargaları öldüğü için feryat edip ağlamaya başlarlar.

Etraftan geçen halk çocukların feryadı üzerine Şeyhin başına toplanırlar, şeyhe ağır isnat edici konuşmaya başlarlar. Hatta birisi utanmadın mı? Birde şeyh kılığına girmiş, zalimin birisin, nasıl kıydın zavallı karganın başını koparıp öldürmeye diye her biri ağıt isnat edici sözlerle hakarete başlar.

Şeyh ‘Be efendiler ne bağırıp çağırıyorsunuz verin bana karga ile başını’ der ve karganın gövdesiyle başını alır başla gövdesini birleştirir. Ey karga Allahın izniyle eski haline dön deyince, karga canlanır ve halkın gözleri önünde uçmaya başlar. İşte bu kerameti gören halk o akşam tekkeyi doldururlar.

Önceleri bu çoğalmalarına sevinen derviş Ahmet Efendi Şeyhinin yüzünü göremeyince, yaptığı hatayı anlar. Çünkü tekke öyle kalabalıklaşmış ki hatırlı ve memleketin ileri geleleri Şeyh Efendinin etrafını almış ve derviş Ahmet Efendi Şeyhini göremez olmuş ve yaptığı hatasını anlayarak çok pişman olmuş ama tabi faydasız.

Günün birinde şeyhini yalnız bulunca dertlenip sitem edince, Şeyhi ona ‘Be oğul ben sana dememiş miydim? Sen üzülme bir çaresini bulur ben o kuru kalabalığı dağıtırım’ der. Ve bir yatsı namazına herkesle beraber kılmaya hazırlandığında Şeyh Efendi önceden koltuğunun altına yerleştirdiği içi hava dolu bağırsağı bastırarak patlatır, yani kendisinden bir yel çıktığı gibi yapmış olur. Bütün cemaat ise şeyhin abdestinin bozulduğunu hükmederek Şeyhin abdest tazeleyeceğini beklerken onun imamet etmesine kızarak bize abdestsiz namaz kıldırıyor diye böyle zındıktan şeyh olmaz diyerek dağılırlar.

Şeyh efendi yalnız kaldıklarında derviş Ahmet Efendiye şöyle hitap eder. ‘Bak oğul bir karga başı ile toplanan cemaat bir yelle dağılıp gitti. Anladın mı?’ diye insanların yapısının ne derece samimi olduğunu izah etmiş olur.

Yine zamanında Hıristiyan papazının birisi hani aklı sıra İslam’ı küçümsemek için ve kendi batıl inancını haklı göstermek için zamanın ilmi, irfanı, ve bilgili hazır cevap bir hoca efendinin birisine ey hoca efendi der, dikkat ederseniz yıldırımlar hep sizin cami ve minarelerinize düşerde bizim kilisemize düştüğü görülmemiştir. Bunun sebep ve hikmeti nedir? diye sorduğunda;

Bizim hocamız papazı şöyle süzdükten sonra gülümseyerek şöyle cevap verir. ‘’Doğrudur yıldırımlar hep bizim minare ve camilerimize düşer sizin kiliselerinize hiç düşmez çünkü bizim minarelerimizde okunan ezan Muhammedinin, ve camilerimizde kılınan namazların, ibadetlerin Allah-u Teala nezdinde kabul bulunduğunun alametidir. Tabi papaz itiraz edip yıldırımların düşmesinin ibadetlerinizin kabulünü nasıl hükmedersiniz? Bunu bana bir delil göstererek gösterebilir misin? Deyince

Hay hay papaz efendi, söylediğimin hakla gerçek olduğu Semavi kitaplar olan Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran bunun şahididir der.

Papaz şaşkın bir hale sorar anlamadım ne gibi?

Hoca efendi der ki sana delilinin göstereyim, Hz. Adem’in oğullarından, Habil ve Kabil bir mevzuda ihtilafa düşerler ve her ikisi de kendisinin haklı olduğunu savunurlar. Nihayet şöyle bir karara varırılar, derler ki her ikimizde Allah-u Teala’ya birer kurban kesip takdim edelim hangimizin kurbanını kabul ederse onun haklı olduğunu hükmedelim derler. Ve her biri birer kurban keser ve gökten bir yıldırım inerek Habil’in kurbanına isabet eder böylelikle Habil’in kurbanının kabul edildiği ve kabilin kurbanının reddedildiği anlaşılır bu durum semavi kitaplarda mevcuttur. Deyince papaz İncil’deki bu kıssayı hatırlayarak hoca efendiye hak verir ve Müslüman olur.

Yine Tanzimat devrinde Keçecizade Mehmet Fuat Paşa Rus Çarıyla hasbahal ederken Çar bir ara Paşaya ey efendim siz Hz. Muhammed’in semaya çıktığını iddia edersiniz. Acaba semaya nereden çıktığını bana ispat edebilir misiniz? Deyince Fuat Paşa hemen cevap verir; ‘’ Ey Haşmetmeab bunu bilmeyecek ne var ki?  Hz. İsa Alyhisselam’ın semaya çıkarken kullandığı merdivenle çıktı’’ der. Bu cevabı alan Rus Çarı gaflet ve cehaletini anlayarak mahcup olur ve Paşa Efendiye teşekkür eder. 
Saygılarımla.